59* Uslu Durmayacak / 1.Kısım

Start from the beginning
                                    

"Bacaklarım... Kan dolaşımım duracak"

Bir saniye yüzüme baktıktan sonra diğerlerine çevirdi başını.

"Ellerini çözün, yemek yesin"

Bir parça canlandığımı hissettim, tek el de olsa kullanılabilecek, hareket ettirebilecek bir şey, bir umut nihayet benim olacaktı.

Bu işi en sert yapabilecek olan kişi, Riccardo birkaç adımda yanıma gelip arkama geçti, ipi bileklerim üzerinde sürterek açarken verdiği acıdan dişlerimi sıkıyordum. Sıkı iplerin baskısından kurtulup bir an rahatlayan bileklerim nefes alıyordu sanki.

Anlık bir durum değerlendirmesi yaptım, şimdi elimi ondan kurtarsam ve kapıya doğru koşsam...ancak ayaklarım bağlıydı.
Riccardo'ya, telefonunun durduğu ceket cebine baktım. Önümde duruyordu, bileklerimi tutmak için eğilince hiç düşünmeden elimi ceketinin altına, silahının parladığı yere götürdüm ve metali buldu parmaklarım. Aynı anda, Riccardo'nun eli anî bir refleksle kolumu kavradı.

"Hey hey hey!" gür sesi yankılandı. Başımı yüzüne kaldırdım, kahverengi gözleri büyümüş, burnu öfkeyle kırışmıştı.

Hızlı adımlar duyuldu.
Bakışlarımı onun gözlerinden ayırmayarak bakışlarını sabit tutuyordum. Onu öylece silahını korumaya odaklamışken, ceketinin cebinden telefonunu sıyırıp aldım. Ruhu duymamıştı. Telefonu iki bacağım arasına bırakıp bacaklarımı birleştirdim. Herkes başımızda toplanmıştı.

Riccardo iki bileğimi de tutarak silahını yerine iyice yerleştirdi. Doğrusu, ipler onun ellerinden daha tercih edilesiydi.

"Korkudan aptallaştın" dedi kıpkırmızı yüzüyle. Hemen onun yanında kollarını bağlamış dikilen Antonio'ya baktım.

"Bu silahın ne işe yarayacağını sanıyorsun?" diye devam etti Riccardo. "Birimize doğrulttuğun anda başka birimiz seni gebertiriz"

Antonio'ya döndü,
"Uslu durmayacak patron"

Göz ucuyla beni süzdü Antonio,
"Yemek yemek istemiyor musun?"

"Hayır hayır, tamam. Yani evet, lütfen" dedim ellerimi kaldırarak. "Hiçbir şey yapmayacağım. Panikledim sadece."

"Böyle gereksiz çabalar sarf etme, üzüyorsun beni. Başlı başına bir hayal kırıklığı..."

Onu onaylamak için başımı aşağı yukarı salladım. "Biliyorum, lütfen tekrar bağlama... Kollarımı ve bileklerimi hissedemiyorum"

Riccardo tıslayarak güldü, "Görmesek inanacağız"

Ama Antonio başıyla onay işareti verince Riccardo istemeyerek de olsa bileklerimi bıraktı, sonra arkama geçti ve sandalyenin tepesinden tutarak masanın önüne sürükledi. Tüm bunlar esnasında duyularım birer yarasa kanadı gibi açılmış, az da olsa hareket kabiliyetine kavuşmanın güveniyle güçlenmiştim.

Hafifçe titreyen ellerimi ilk olarak su bardağına götürdüm. Camın içinde salınan suyu titrete titrete dudaklarıma kadar getirdiğimde, suyun nasıl bir hayat vaad ettiğinin farkına vardım. Dudaklarım arasından geçen su boğazımdan inince sanki tüm damarlarıma birden yayılmış gibi geldi. Zihnimi uyandırıyor, tehlike getirecek bir planın haberiyle beynimi harekete geçiriyordu.

Fred biraz mısır gevreği doldurduğu kaseye süt ekleyerek önüme koydu.

"Teşekkürler Fred" dedim, omuz silkti her zamanki gibi.
Kaşığı tuttum ama hepsi gözlerini üzerime dikmişlerdi. Sakince kaşığı doldurup ağzıma götürünce bakışları dağıldı. Bu arada midem uzun süren bir boşluğun ardından gelen bu lokmayı, etçil bir bitkinin sineği içine alma refleksi gibi kapıp yutuyordu.

Hâlâ bacaklarım arasında duran telefona bakmak için daha fazla sabredemeyecektim. Antonio telefonla görüşüyordu ve Riccardo'nun dikkati oraya kaymıştı. Göz ucuyla Fred ve Wayne'e baktım, kopuk görünüyorlardı.

Ritmi bozmadan ağır ağır yemeye odaklandım. Bir yandan yemeye devam ederken diğer elimle telefonu tuttum. Biliyorum, bu tamamiyle mantıklı değildi. Riccardo telefonunun eksikliğini fark edebilirdi ancak elimde olan tek şans buysa yapmak konusunda tereddüt bile edemezdim.

Ekranı uykudan çıkardım, bir kaşık gevreği yavaşça ağzıma koydum. Gözlerim, saliselik bir bakışla ekranı yakalayıp hemen gevreğe geri döndüler.

Ekranda, Long neck village, Delaware yazıyordu. Yazıyordu... Delaware'deydik.
Hiçbir duygu belirtisi göstermeden bir kaşık daha aldım ama tekrar ekrana bakma riskini göze alamıyordum. Kaşığı bıraktım,

"Tuvalete gitmem gerekiyor" yalan da değildi, iki gündür bağlı oturuyordum, ne olabilirdi ki?

"Aman ne iyi, kendimi iki çocuklu gibi hissetmeye başladım" diye homurdandı Fred.
Sabırları taşmış görünse de sonunda Antonio'nun işaretiyle Wayne, bacaklarımı çözerek beni kaldırdı. İlk anda ayakta duramadım, tüm bacağıma yayılmış uyuşukluk ve iletim bozukluğu beni sandalyeme geri oturttu ancak onları zorladım. Telefonu ceketimin altına, kemerime sıkıştırmıştım.

"Fred, kelepçe" dedi Antonio, kaşlarımı çatarak başımı ona çevirdim.

"Tabi patron"

Wayne, getirdikleri çantadan bir kelepçe çıkardı, bir umut kapısını daha kapatarak birini kendi bileğine, diğerini benimkine geçirdi ve anahtarı masada bıraktı. Hayal kırıklığı içindeydim ama belli belirsiz gülümsedim. Böylesine onurlu bir misafir olmak için epey çabalamış olduğumu inkâr edemezdim doğrusu.
Fred kolumdan destek vererek beni ağır kapıdan çıkardı, en azından Riccardo'dan çok daha kibardı.

Kapının arkası uzun ve geniş bir koridordu, burada dönen pervanenin sesi daha şiddetli geliyordu. Solda, sıra sıra pencerelerin dizili olduğu ön cephe duvarında büyük, paslı bir kapının önünden geçtik. Giriş kapısı, asma bir kilitle kilitlenmişti. Wayne'e kelepçeyle bağlıydım bu yüzden onu etkisiz hâle getirip kaçmam mümkün değildi. Sonunda küçük bir kapı önüne vardık.

"Geç, acele et" dedi. Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım,
"Kelepçe?" dedim hatırlatır gibi.

"Kelepçe kalacak, onu kapı aralığına sıkıştıracağız, sen kapının iç zincirini o şekilde takacaksın. Merak etme ne içeri girebilir, ne de görebilirim"

"Bu iğrenç" dedim yüzümü buruşturarak. Wayne bir göz mimiğiyle onayladı,

"Ben de bayılmıyorum, Antonio böyle ayarladı." Başını sıkıntıyla yukarı kaldırarak ofladı,

"Bu iş için bir kadın bulmamız gerektiğini söylemiştim"

Dediği gibi girip kelepçenin iki halkasının bağlantı zincirini araya sıkıştırarak kapıyı kapattım. Diğer elimle kapı zincirini yerleştirdim ve bir nefes verdim. Düştüğüm bu hal beni içten içe eritiyordu.

Sağ kolum, kapıya sıkıştırılmış kelepçenin içinde havada asılı kalmış vaziyette, olabildiğince hızlı hareket ettim. Hakkını vermek gerek, sağlam fikirdi. Hele ki rahat durmayacağı gün gibi ortada olan bir tutsak için...
İşimi çabucak bitirip telefonu elime aldım, herhangi bir ses çıkma riskine karşı sesini kapattım. Mesajlara girerek, panik mekanizması etkisinde deli bir hızla tüm bildiklerimi yazmam neredeyse on saniyede gerçekleşti.

'Long neck village - delaware. Terk edilmiş depo gibi bir yerdeyim, iki kilometre mesafeye kadar tamamen ıssız olduğunu söylüyor. Lütfen acele edin.
Maite.'

Aklıma bir jeton gibi düşen şeyi hemen ekledim,

'Bu tuzak değil, benim. Kum.'

Gözlerim doldu, Bryant'ın numarasını girip gönderdiğimde belirsizlik bir kaya gibi içime oturdu. Ne kadar bu ihtimali düşünmek istemesem de bu onunla son iletişimim olabilirdi ve sadece telâşlı cümlelerden oluşuyordu. Ansızın kopan bir kayış gibi, hiç veda yoktu.

"Haydi Maite" hemen yandan sabırsızca seslendi Wayne.

Sesimi toparladım, "Biraz saygılı ol"

Mesajı ve aktarım bilgisini sildim, telefonu cebime attım ve zinciri açarak dışarı çıktım.
Telâşımı kendime saklayarak Wayne'in yüzüne dümdüz baktım.
Artık tek değildim, mesajımı alıp yerimi bulacaklardı ve ben de o zamana kadar dayanmalıydım. Delaware'e arabayla bile gelseler ancak iki saat sürerdi bu yüzden azıcık daha sabretmem zor olmayacaktı.

Sessizce yürüyerek büyük, ışığın tepemde asılı olduğu odaya döndük. Wayne'in kelepçeyi açması için masaya yaklaştığımızda, hafif bir ateş fitilleme sesine kaydı tüm dikkatim. Fred masanın köşesinde oturmuş, ayaklarını masaya dikmişti, elindeki çakmakla sigarasını yaktı ve onu masaya bıraktı.
Göz bebeklerimde o çakmağın belirdiğini biliyordum, bir ihtimal işe yarayacak bir şey bulmuştum sonunda.
Etraftakilere göz gezdirerek kimsenin bakmadığından emin olunca boştaki elimi masaya, çakmağın üzerine koydum ve Wayne'e baktım. Kilidi açtı, bileğini halkadan çıkarırken elimi içinde çakmakla masadan aldım. Gözlerim tedirgince her yanı dolaştı. Çakmağı kemerimin arka kısmına sıkıştırırken birden harekete geçtim yine. Wayne bileğimden tutmuş beni yerime geri götürüyordu.

Vakit kaybetmeden Riccardo'nun telefonunu aldım elime, bunu üstümden hemen atmam gerekiyordu artık.

O anda Riccardo elinde iplerle yanımızda bitti. Kolumdan çekip, ben yokken ışığın altına geri getirilmiş sandalyeme bir kova gibi oturttu beni. Saçlarım yüzüme çarptı.

İnsanın evi gibi yok, gerçekten. Bu sandalye, bu ışık, Riccardo'nun iri elleri arasındaki bu ipler...
O ellerimi bağlamak için almadan önce, kolumu yana sarkıtarak  telefonu mümkün olduğunca ses çıkarmadan yere bıraktım ve aynı anda sandalyede kımıldanarak yerde tiz bir sürtünme sesi çıkararak düşme sesini bastırmış oldum. Riccardo inatla beni sabitleyip arkaya geçerken ayağımla geri ittim telefonu.
Son kez saçımı elimle geri ittim ve ellerimi arkadan birleştirerek bağlamak üzere bileklerimi kavrayan Riccardo'ya teslim ettim. Bu gizli alıp yerine koymalar heyecandan boğazımı kurutmuştu.

İpleri sağlamlaştırdıktan sonra, tek hamlede ayağa kalktı. Başımı çevirip baktım, yerde duran telefonunu görmüş, bir cebine bir ona ve bir de benim bağlı ellerime baktıktan sonra herhalde cebinden düşürdüğüne kanaat getirip yerden alıp cebine geri koymuştu.

Gözlerini benden ayırmadan masaya yürüdü, Wayne'e oturmasını işaret ettikten sonra Fred'e de bir göz işareti yaptı. Dikkatle onları izliyordum. Fred sigarası ağzında sallanarak sandalyesine gömüldü, kendini dışa kapattı. Riccardo'nun Wayne'e kısık sesle söylediklerini duyamadım ama Wayne onu dinlerken bana bakması, yüzünün aldığı şekil ve gözlerini kaçırması birçok şey anlatıyordu.  Tamamen kendilerine gömülüp bu tarafla bağlantılarını resmen kestiler.

Antonio'ya baktım. Masaya yaslanmış öylece yere bakıyordu, bu tüyler ürpertici hazırlıktan sonra ne yapacaksa, benim için hoş anlar olmayacağı apaçık belliydi.

Sonra başını çevirerek, delici bakışlarla bana dümdüz baktı. Karşısında kollarım bağlıyken ve o bu kadar formda görünürken korkmamak elde değildi. Sonunda adımları aradaki mesafeyi kapattı, gözlerimi kilitlemiş onun karanlık gözlerine bakıyordum.

"İşte zamanı" dedi. "Hepsini anlat. Bence en iyisi itirafların zorla değil, kendi isteğinle ağzından çıkmış olsun"

*

Multimedya Maite'in tutulduğu yer ve Antonio.

2. kısımdan sonraki bölüm Bryant'ın ağzından geliyor.

KUM *[Tamamlandı]Where stories live. Discover now