•hasta mısın?•

991 91 115
                                    




"Ah, hayır!"
Yatağımda hızlıca doğrulup sulanmış gözlerimi ovuşturdum.
Çok garip bir rüya görmüştüm. Anlam veremiyordum.

O balodaki çocuk...

Rüyama girmişti. Odamın camının pervazına oturmuş beni izliyordu. Ama sadece izliyordu. O karanlıkta bile kehribar rengi gözleri ışıl ışıl parlıyordu ve kalın dudakları sanki beni öp diye bağırıyordu.

Daha alışamadığım mor yatağımdan doğruldum ve üstümü giyinip lavaboya inip küçük işlerimi hallettim.

Çantam ile beraber mutfağa indiğimde masada bir şeyler atıştıran Carl beni karşılamıştı. Her şey çok yeni geliyordu. Sabahları babamı görmeye alışık değildim.

"Günaydın." Carl'ın kuru günaydınına aynı şekilde karşılık verip kendime kahve koyup masaya oturdum.

"Anneni aramam lazım."
Kaşlarımı çatarak tüm dikkatiyle gazete okuyan Carl'a baktım. Tanrı bilir kafasında ne kuruyordu?

"Baba artık çocuk değilim."

"Hala on sekiz yaşında değilsin."
Hala bütün ciddiyeti ile gazetesini okuyan Carl'a anlamaz bakışlarımı sunmuştum ancak bana bakmaması bu çabamı söndürüyordu. Ben çocuk değildim. On sekiz yaşında olmamam çocuk olduğum anlamına gelmiyordu.  Tabi bunu babama anlatmam ve o beynine yerleştirmesi hayli bir efor isterdi.
Kahvemi seslice boğazımdan geçirdiğimde o acı kahve tadı boğazımı yakmış ve seslice inlememi sağlamıştı. Sade kahve asla bana göre değildi.

Bu sıkıcı atmosferde darlanmaya başladığımda masanın yanındaki çantamı alıp evden çıkmış ve dün Carl'ın bana verdiği eski kırmızı kamyonetime atlamıştım. Kontağı birkaç çevirişte motoru çalıştırmış ve okula doğru yol almıştım.

Burası küçük bir kasabaydı ve sadece iki tane okul vardı. Ve anladığım kadarıyla iki okulun kitlesi birbirlerinden pek haz etmiyorlardı.

Miami'den sonra Forks ise çok soğuk ve ıslak geliyordu. Yağmur yağmayan gün sayısı yoktu ve çok kasvetli bir havası vardı. Annemin eşinin basketbol antrenmanları yüzünden buraya gelmiştim ama başkalarını mutlu ederken kendimi düşünmüyordum. Şüpheliydim. Burda mutlu olabilecek miyim?

Okulun açık otoparkına giriş yaptığımda bütün okul burdaydı. Herkes arkadaşlarıyla gülüşüp şakalaşıyordu. Bazıları ise kavga ediyordu ama sonuç olarak bir bütündüler ve alışagelmişin dışındaydı bu benim için.

"Hey Lix!" Kamyonetimin başında kendi başıma dururken dün tanıştığım çocuklardan biri olan Marco bana 'yanımıza gelsene' işareti yaptığında kitabımı gösterip reddetmiş ve gözlerimi artık giderek silikleşmeye başlamış eski kitaba çevirmiştim.

Bir süre orda kitap okurken lüks araçlarıyla otoparka giriş yapan grup bütün öğrencilerin dikkatini çekmişti. Arabalardan sırasıyla inen mermer ciltli grup önce orda biraz durmuş ardından ise okulun içine doğru ilerlemişlerdi. Onlar manken misali yürürken en arkada kalan bedene baktım. Bana bakıyordu. Sanki bakışlarıyla bir şey anlatmaya çalışıyor ve gözleriyle beynimi yiyip bitiriyordu. Çatılı düzgün kaşları ile önüne döndüğünde resmen arkasından baka kalmıştım.

"Oo bakıyorumda birileri Hwang Hyunjin cazibesine kapılmış." Bell adeta şakırken omzuna hafifçe vurmuştum. Yoktu öyle bir şey!

"Ah, bu arada yarın bizimlesin."

"Ders çalışmam lazım Jack."

"Hadi ama Felix. Gelmen lazım çok eğlenceli olucak."

Kamyonetimin önünde dururken Jack'in üstüme çullanmasıyla  La push'a gitme planlarına beni de dahil etme çabalarına direnmeye çalışıyordum.

Blood Sun {Hyunlix}Onde as histórias ganham vida. Descobre agora