•Lanetlenmiş Kan•

286 28 14
                                    




Kehribar gözleri büyülemişti beni bir kere. Çıkmaz sokağın sonsuz ucuydu girdiğim yol. Nereye gittiğimi bilmeden zihnimdeki kara bulutlara uyuyordum. Düşünmüyordum. Düşünmek istemiyordum çünkü düşündükçe batıyordum. Önce ayak tabanlarım, sonra ayak bileklerim ve bütün vücudum. Boynuma gelene kadar durmuyordum. En sonda boynuma kadar battığımda sıkışacağımı biliyordum. Ancak boynuma kadar battıktan sonra çıkışım olmayacaktı. İşte o zaman ben, Lee Felix ölmüş olucaktı.

"Sürgün başka adıdır ölümün. Ölüme "sürgün" demek, altın baltayla başını kesmek, sonra öldüren vuruşa gülümsemek." Duraksadı. Sırtı duvar boyunca kaplı kitaplığa yaslıyken beni izliyordu. Ben ise cam duvarın önünde dışarıyı inceliyordum. Kasvetli hava gri bulutları taçlandırıyordu. Yağmur ana kendini göstermek istermiş gibi gri bulutlarını fragman olarak gösteriyordu. Soluk, koyu yeşil uzun çam ağaçları ise Forks'un alışagelmiş görüntülerinden biriydi zaten. Avuç içlerime yasladığım kahve bardağından bir yudum alıp ağaçların griyle birleşimini incelemeye devam ettim.

"Benden seni sürgün etmemi istiyorsun." Diye konuşmasını tamamladığında gözlerimi birkaç saniyeliğine sıkı sıkıya kapattığım. Şu an kirpiklerime zincir atılmış gibi hissediyordum.

Hyunjin'e beni dönüştürmesini istediğimi söylediğimde anında karşı çıkmıştı. Bir şey söylemedim. Karşı çıkacağını zaten tahmin edebiliyordum. Omuz üstünden sevgilime kısa bir bakış atıp tekrar önüme döndüm.

"Senin kollarına sürgün edileceğim. Ben bunu istiyorum." Derin bir nefes aldım. Ciğerlerime giren hava sanki iğne gibi batıyor hissiyatı veriyordu. Yağmur çiselemeye başladı. Camlara düşen tek tük damlalara baktım. Hepsi camdan kayıp gidiyordu. Ben de bu damlalar gibi kayıp gidecektim. Hyunjin yerinde sayıcaktı ve ben durmayacaktım. Yaşım ilerledikçe ilerleyecek ve yüzüm buruşma noktasına geldiğinde bile Hyunjin aynı kalıcaktı. Kimse seksen yaşında, yüzü buruşmuş, yerinden kalktığı an yorgunluk basan, ak saçlı insanlara aşık olmazdı.

"Aşık olduğum insanı kendi ellerimle öldürmeyeceğim." Dediğinde bedenimi hızla Hyunjin'e çevirdim. Ona doğru bir adım attım. İçimdeki kötü his asla bitmiyordu. Bir adım daha attım. Yağmur bastırdı.

"Hyunjin...bak ben seni kaybetmek istemiyorum. Tamamen sana ait olmak istiyorum. Neden beni de anlamak istemiyorsun?" Hyunjin'in beni yaşlandığım için terk edişi gözlerimin önünde sahne aldı. Gözlerim yavaş yavaş yağmurun bulutlara doluşu gibi dolmaya başladı.

Yaslandığı kitaplıktan ayrıldı ve elimdeki kupayı alıp arkamdaki cam sehpaya bıraktı. Birkaç saniye içerisinde kendimi kucağında bulduğumda kollarımı sıkıca boynuna sardım. Gözle görülemeyecek bir hızla salona vardığımda gözlerim sıkı sıkı kapalı başım Hyunjin'in boynuna gömülü şekildeydi. Durduğumuzu hissettiğimde gözlerimi açıp başımı onun boynundan çıkardım ve gözlerimizi birleştirdim. Hastası olduğum kehribar irisler bana bir şey anlatmak istermiş gibi bakıyordu. Beni yavaşça yere bıraktı.

Bir şey demeden arkasını dönüp kitaplığa ilerlediğinde salonun en göze batan devasa kalınlıktaki eskimiş kitabı aldı ve uzun sayılabilecek masaya oturup gözlerimin içine baktı. O bunları sadece iki saniye içinde yapmıştı ancak benim onun yanına gidip oturmam on saniyemi almıştı. Başımı onun omzuna yaslayıp bizi selamlayan yıpranmış kahve kitabı izledim. Kitabı açtı. Kitapta anlamadığım bir dil yazıyordu. Kesinlikle ingilizce değildi.

"Ve Tanrının kendisi, Uriel'ın ağzımdan Kain'e son ve en büyük lanetini verdi:

'Sen ve senin çocukların, bu diyarda gezdiği sürece karanlığa tutunacaklar. Sadece kan içecekler. Sadece kül yiyecekler. Bir ölü gibi yaşacaklar, fakat ölmeyecekler. Son günlere kadar dokunduğunuz her şey yok olacak!'

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Sep 26, 2021 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Blood Sun {Hyunlix}Where stories live. Discover now