•Game is over•

249 29 7
                                    



Medyaya koyduğum müzikle okuyabilirsiniz ama işaretlediğim yerden sonra çokta uyacağını sanmıyorum. Umarım beğenirsiniz.

İyi okumalar.


Taksiciye uzattığım paranın üstünü almadan araçtan inmiş ve etrafıma bakınmıştım. Burası küçüklüğümde asla vazgeçemediğim okçuluk kulübünün olduğu salondu. Miami'nin yaz yağmuru üstüme çiselemeye başladığında elimde titreşen telefonu görmezden gelmeye çalışıyordum.Büyük ihtimalle Jungkook ya da Taehyung arıyordu ama onlarla konuşacak cesareti kendimde bulamıyordu. Hoş buraya bile anlık deli cesaretimle zor gelmiştim. Korkağın tekiydim.

Büyük binanın dış cephesini yalayıp yutan yağmur daha da hızlandığında çoktan sırılsıklam olmuştum bile. Peki ne mi bekliyordum? Aslında bir şey beklediğim yoktu. Sadece..eski günlerimi ve Charli ile annem ayrılmadan önceki mutlu aile tablosunu zihnimden atmaya çalışıyordum.

''Felix! Güneş kremini sürmeden nereye?'' Arkamdan koşturan annemi daha fazla kızdırmak ve eğlenmek amaçlı sekiz yaşımın getirdiği akılla evden koşar adımlarla çıkmıştım. Kalbimdeki sızı ve heyecanla durup arkamdan gelen anneme döndüğümde küçük dilimi dışarı çıkartıp yanaklarımı şişirmiştim. Fazla komik durduğumun farkındaydım ki amacımda buydu zaten.

''Şimdi seni yağlama vakti küçük kaçak.'' Annem kahkahalar eşliğinde beni kolları arasına aldığında bahçeli küçük evimizden babamın da gülerek yanımıza geldiğini görmüştüm. Anında gülüşüm büyürken ağzımdan anlamsız aslan sesleri çıkarmaya çalışıyordum ancak sekiz yaşındaki bir çocuğun çıkarmaya çalıştığı aslan gürlemesinin aksine havasını sıkarak bıraktığın balona benziyordu..

''Yoksa küçük kaçağımız okçuluk kulübüne güneş kremini sürmeden mi gitmeye çalışıyor?'' Babam ben ve annemin gülüşleri bir anda siyaha boyandığında gerçek hayata döndüğümü anlamıştım. Ve sekiz yaşında her zaman gülen Felix şu an on sekizine yeni girecekti. Siyahlar içinde..

Saçlarımın ucundan düşen damlalar yüzüme gelirken yağmurdan dolayı hissetmediğim göz yaşlarımla kollarımı etrafıma dolamış ve titreyerek sevdiklerimi kurtarmak için adımlamıştım büyük binaya. Bedenim titriyordu, kalbim titriyordu, göz bebeklerim titriyordu ve en önemlisi de ruhum titriyordu. Bunu durduramıyordum. Hıçkırıklarım girdiğim büyük salonu doldurduğunda etrafıma bakınmıştım. Ne annem vardı, ne Chan ve Changbin hyung ne de canımdan çok sevdiğim sevgilim..

Bağır! dedi sol tarafımdaki şeytan. Sağ kolumun üstünde uyuyan meleğe kulak verdim. Ses yoktu. Tek seçeneğim vardı. Bağırdım. Avazım çıktığı kadar bağırdım salonun içindeç

''Anne! Changbin hyung! Chan hyung! Hyunjin! Nerdesiniz?'' Öyle bir bağırıyordum ki başıma ağrı giriyordu ara sıra. Ama durmanın sırası değildi. Bir hıçkırık daha koptu ağzımdan.

Ağıtlar yakmak istedim.

Nerdesiniz? Sizi kurtarmaya geldim.

Ses çıkartın lütfen. Çok karanlık burası...

Ben karanlıktan korkarım.

O sırada aradığım ses yükseldi salondan ve sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladım. Changbin hyung yardım çığlıkları atıyordu resmen. Gözümdeki yaşlar ve göğsümü delicek gibi hissettiğim hıçkırıklarımla salonun ucundaki malzeme odasına ilerledim. Oradan geliyordu ses. Sürekli aynı cümle vardı.

''Felix!!Bacağım acıyor!''

Changbin hyungun bağırışlarının doldurduğu salonda daha çok hızlandım. Lanet salonu neden bu kadar büyük yapmışlardı? Eskiden içinden çıkmak istemediğim bina şu an kabuslarımı peşi sıra film şeridi gibi geçiriyordu Changbin hyungun bağırışlarıyla. Peki diğerleri? Annem, Chan hyung, sevgilim..diğerleri neden ses çıkarmıyordu?

Blood Sun {Hyunlix}Where stories live. Discover now