İyiyim..

478K 13.7K 988
                                    

Olayın üstünden bir hafta geçti, ben o gün ayağım burkulmuş triplerine girip eve döndüm ve bir haftadır ayağım iyileşmiyor.(!)
Bunu yapma sebebim babamın vicdan azabı çekmesini istemem. Yoksa samimi söylüyorum okula gidip o çocuğu görmeyi tercih ederim. Kim olduğunu cidden merak ediyorum..
Sonra aklıma cin bir fikir geliyor, twitter ı açıp bakmaya başlıyorum, Hedef Hukuk lafı geçen tweetleri aratıyorum ve bir kız buluyorum. Banu Dağdelen. Biraz inceliyorum profilini, fiziği falan kötü değil ama yüzü güzel değil. Tweetlerine bakıyorum, "Hedef Hukuk ha? Bi' avukat olmadığım kalmıştı. Süper!" Galiba aynı dertlerden muzdaribiz.. Diye düşünüyorum.
Vee işte o an!
Kızın takip ettiklerine bakıyorum, Tolga Han Kurt. Profilini açıyorum, gizli hesap. Biyografisinde sadece İstanbul yazıyor. Profil resmine bakıyorum, benim de sık takıldığım kafelerden birinde ( o masa düzenini her yerde tanırım) çekilmiş, ciddi duruyor, hafif tebessüm. Bu yani. Ama kızlaaar adam çok yakışıklı bee!
Fotoğrafta üstünde lacivert bir gömlek var, kolunda taba rengi deri kayışlı bir saat. Diesel'in modellerine benziyor, hatta o sanırım. Beyaz tenli değil, birazcık daha koyu ama buğday diyemezsiniz. Açık tenli işte. Şekilli bir suratı var, keskin yüz hatları.. Kahverengi gözleri var ve net bakışlar atıyor bu gözler. Kirli sakal bırakmış, saçların önü havaya kaldırılmış düzeltilmiş falan. Tarz bir çocuk,belli. Aslında bu anlatıma göre klasik bir tip değil mi? Öyle değil işte. Görünce insan diyor ki, "Hangi arap kralının oğlusun? Söyle!" Bence bunların hepsi bakışlarından. Korkutucu bakışları var. Ve özgüveni buradan bile anlaşılıyor. Hatta bana kalırsa omuzları ayrı birer birey ve onların özgüveni ayrı. "Birkaç ülkeyi tek darbede yıktık." Der gibi. Ay tövbe neler diyorum ben 😁
Her neyse, tüm düşünceler tek fikirde birleşiyor; "Bu çocuk hukukçu olmak için yaratılmış.."
Ben kendi kendime konuşurken Pelin giriyor odama,
"Abla çok sıkıldım ya, gezelim mi ?"
O sırada yanıma gelmiş bilgisayarımın ekranını görüyor;
"Oha! Oha abla oha! Nasıl ya! Bi erkekle mi çıkıyosun? Abla bu dünyalı mı? Adı ne? Kaç yaşında? Ay burcu ne bunun?"
"Pelin.. Sakin ol güzelim. Salağın teki işte istek göndermiş." Deyip, ekranı kapatıyorum. Ayy istek gönderse ne kadar güzel olurdu.. Hayatımda ilk kez bu hayalleri kuruyorum. Ben bile duruma inanamıyorum.
"Giyin hadi, ilk gezeriz sonra da Florya'da bir yerlerde otururuz."
"Tamam ben hazırlanıyorum hemen." Yine seke seke çıktı odadan..
Giyinme odama geçerken çok cin fikirler vardı aklımda, o kafeye gidecektim. Bugün o kafeye gidilecek, o çocuk görülecek canım!
Okulların başlamış olmasına rağmen hava hala güzeldi.
Bu yüzden, volanlı,tam dizlerimde bir etek geçirdim altıma. Taba gibi bir rengi vardı.
Üstüne de şifondan lacivert bir gömlek geçirip içine soktum, dökümlü durmasını sağladım. Saçlarımı düzgün bir şekilde tarayıp buklelerini maşayla düzelttim, bir kısmını sağ omzuma aldım. Düz, hacimli saçlar, uçlarında ufak bukleler.. Güzelim ya. Cidden.
Lacivert stilettolar giydim hemen, ayakkabıları giyerken bir yandan da "Allah'ım yalvarırım bugün rezil olmayayım!" Diyordum..
Koluma da lacivert Armani bir çanta taktım, kemik çerçeveli kahverengi Gucci güneş gözlüğümü de elime aldım. Aynaya baktım, bir şey eksik.. Hiç takı yok üzerimde. Bu sefer bir bileğime babamın lisedeki doğum günlerimden birinde aldığı (-ki aslında bunu onun değil, sekreterinin seçtiğine emindim.) Michael Kors saatimi taktım, Rose Gold denilen yumuşak altın rengindeydi. İçten içe bayılıyordum bu saate.
Boynuma da, Pelin'in hediyesi olan, incecik altın bir zincirin ucunda zümrüt bir tek taş olan kolyemi taktım. Bu kız, cidden çok zevkli, bir kez daha anladım.
Kolyem gözlerimle şahane bir uyum yakalamıştı,
"Bugün mükemmel bir gün olacak, Helin." Dedim kendi kendime.
Odamdan çıktım, HK plakalı arabama doğru yürümeye başladım, Pelin'in direk oraya geleceğini çok iyi biliyordum ki, zaten ön koltuğa oturmuştu.
Ben de sürücü koltuğuna geçtim, çantamı ona uzatıp "Tut bakalım." Dedim, ve yola çıktık. Hayatımda en sevdiğim insan bu kız sanırım, sürekli müzik açıp komik komik danslar ediyordu, normalde böyle şeylere sinir olurum, sokakta kahkaha atanlara, yüksek sesle telefon konuşanlara, ve arabada dans edenlere. Hanımefendi olmak doğamda var. Böyle seviyorum kendimi. Ama bu tavırlar, Pelin'e yakışıyordu. Kelimenin tam anlamıyla.
İlk olarak Aqua Florya'ya gittik, Pelin de benim gibi alışveriş delisi olduğu için ciddi manada alışveriş yaptık, o yırtık pantolonlar, delikli kazaklar alırken ben etekler, stilettolar, şifon bluzlar alıyordum. Yine de Pelin'in deli dolu hallerini çok seviyordum. Elimizde herhalde 15-20 poşetle çıktık avmden. Vale arabamızı getirince gelip poşetlerimizi aldı, bagaja bıraktı. Biz de arabaya geçip ilerlemeye başladık, "Nerede oturmak istersiniz Pelin Hanım?" Dedim imalı bir şekilde. "Emrigana gidelim, yakın zaten."dedi.
İstese de istemese de oraya götürecektim zaten. Arabayı valeye bırakıp kafeye girdik, güzel manzaralı masalardan birine oturduk. İkimiz de güzel ve dikkat çekici göründüğümüzden sanırım, garsonlar etrafımızda pervane oluyordu. Şikayetçi de değildik hani. Ortalık çok kalabalık değildi, Tolga da burada değildi. Pelin siparişini verince garson bana döndü; "Türk Kahvesi." Dedim net bir şekilde. "Şekersiz."
Garson uzaklaşırken biz de Pelin'le muhabbete başlamıştık, okuldaki çocukları anlatıyordu, birisi çıkma teklifi etmiş ama o benim yolumdan gidecekmiş, kimseye pas vermeyecek, üniversitede aşık olacakmış.
Ha? Üniversitede aşık mı oldum ben?
"Efendim?" Dedim.
Bu sefer lafı toparlamak için "Yani şu dört sene içinde aşık olursun belki diye dedim." Dedi. Ben de inanmış gibi yaptım, iması ortadaydı.
Garson siparişleri getirdi, masaya bıraktı, "Başka isteğimiz yok." manasında bir bakış attım, uzaklaştı.
Pelin'le farkımız siparişlerimizden belliydi. Pelin'in önünde upuzun kocaman bir vazo (vazo diyorum çünkü o şey bardak olamaz.) yarısı köpük falan, iğrençti. Karamelli latte, diye düşündüm.
Benim önümdeyse bordo, kenarları altın işlemeli şık bir kahve fincanı, içinde mis gibi Türk kahvesi. "İşte bu." Diye düşündüm. Tam o sırada içeri gülerek 3 adam girdi. Genelde erkeklerle göz göze bile gelmem. İstediğim bir şey varsa zaten benim için yaparlar, konuşmama bile gerek kalmaz, doğrusu kendimi onlardan sakınıyor olmak güzel.
Ama bu sefer göz göze geliyorum, çünkü gördüğüm adam Tolga Han Kurt. O sırada benim bir fotoğrafım çekilmeliydi bence. Nasıl göründüğümü çok iyi tahmin edebiliyorum, manzara arkamda, bacak bacak üstüne atmışım ama eteğim kısa olmadığı için yandan sarkıyor, süper zarif bir görüntü, sadece french yaptırdığım bakımlı ellerimin biri kucağımda, öteki elim ise yan tarafa doğru açılmış, elimde fincan. Asilzade olarak doğmalıymışım. Ama işin acayip kısmı şu; orada, tam karşımda benden çok daha asil birisi var; Tolga Han.
Asil olmak için özel bir şey yapmamış büyük ihtimal, doğal hali yani. Lacivert bir kot, lacivert bir tişört ve taba rengi mükemmel bir deri ceket. Kollar yukarı kıvrılmış, güzel bir saat var bileğinde. Ama olay bu değil ki.. Kirli sakal bırakmış yine, bakışlarını niteleyecek kelime bulamıyorum, ve yanındakilerin aksine o gülmüyor, tebessüm ediyor. Bir eli cebinde.
Garson bir masa gösteriyor, doğrusu onu göremeyeceğim bir yer. Tam moralim bozulacakken, eliyle yanımızdaki masayı işaret ediyor, bir şeyler söylüyor garsona. Garson başıyla onaylayıp gidiyor. O da arkadaşlarıyla birlikte yan masamıza geliyor. Üç kişiler, masa dört kişilik. Biz Pelin'le yuvarlak bir masadayız, bana en yakın olan sandalyeye oturuyor, ceketini çıkarıp yanındaki sandalyeye koyunca arkadaşları karşısına geçiyor. Ne sipariş vereceğini o kadar çok merak ediyorum ki.. Garson yanlarına yaklaşıyor ama o sırada Pelin "Ablaaa! İnanamıyorum şuna bak! Yasemin kimle fotoğraf atmış!" Diye ciyaklayınca Tolga dahil olmak üzere herkes bize dönüp bir bakıyor, ardından siparişlerini veriyorlar ama ben Pelin'le konuşuyorum.
Ve garson siparişlerini getiriyor, tepside iki büyük bardak, bir de fincan var. Tolgaaa n'olur o fincan senin olsun! N'olur?!
Garson fincanı arkadaşına uzatıyor, arkadaşı da "Benim değil kardeşim, karşıya uzat." diyor. İnanamıyorum! 20'li yaşlarında, Türk kahvesi içen bir adam! Benim Yarı'm.
Telefonum çalıyor, çantamdan alıyor ve bakıyorum. Arayan annem. Şaşırtıcı.
"Efendim?"
"Bebeğim geçen hafta cemiyete senin arabanla gitmiştim ya, pırlanta küpemin tekini orada düşürmüş olabilir miyim, bir bakar mısın?"
"Pelin'le kafedeyiz, çıkınca bakalım mı?"
"Olur bebeğim."
Kapatıyorum telefonu. Bir kere de hal hatır sormak için arasa. Telefonu kucağıma koyuyorum. O sırada Pelin'in saçı bilekliğine takılıyor.
"Abla çıkarır mısın şunu?"
"Dur bakayım."
Kardeşimin saçını bilekliğinden kurtardığım sırada eteğimin kumaşı yumuşak olduğundan olacak telefonum kayıyor, gürültüyle yere düşüyor.
Tam almak için eğiliyorum, benden önce eğilen birisi var. Tolga.
Telefonu alıyor, masama bırakıyor, hiç bir şey söylemeden arkadaşlarıyla muhabbete devam ediyor.
Ağzım açık kalmış olabilir. Bence kaldı. Kesin ya. Öküze bak. Bi'şey söyle dimi? Iıh. Olmaz. Cool çünkü.
Kardeşime dönüp, "Tatlım içeceğin bittiyse kalkalım mı? Çok yürüdük yorulmuşum, yarın ikimizin de okulu var."
"Aynı şeyi söyleyecektim abla. Kalkalım." Diyor anlayışlı kardeşim.
Hesabı istiyorum, garson getiriyor. Ödüyorum, çantamı alıp kalkıyorum. Bu sırada onun bir şeyler yapmasını istiyorum, ama yapmıyor. Hiç-bir-şey!
Biz de kardeş kardeş eve dönüyoruz..
Vardığımızda saat 7 falan, hemen jakuziye giriyorum. Doğrusu favori aktivitelerimden biri bu sanırım. Suyun içinde olmak huzur verici. 8 gibi, krem yakasında altın rengi iple "HK" harfi işlemmiş bornozum, bornozun takımı baş havlum ve yine taşlı terliklerimle giysi odama geçiyorum. İpekli bir pijama takımı giyip yatağıma uzanıyorum. İpad'imi elime alıp istemsiz bir şekilde (gayet istemli bir şekilde) twitter a giriyorum, kendimi onun profilinde buluyorum tabii ki. Hiç bir şey yapmamış. Sinirlenip ipad i bir kenara bırakıyor, uyku bandajımı başıma takıyorum. Üstünde "HK" yazılı olduğunu söylememe gerek yok sanırım...
Uyandığımda saat 11'di.
Alarmla uyanmaktan nefret ederim. Uyumadan önce uyanmak istediğim saati düşünürsem zaten o saatte uyanabilirdim. 1'de dersim vardı. Yatağımdan kalktım, elimi yüzümü yıkayıp hazırlanmaya başladım.
Bugün pantolon giymek istiyordum. Açık renk dar kotumu giydim, üstüne krem şifon kumaş parçaları omuzlarından çapraz olarak gelen, kalçamın hemen altında biten v yaka bir bluz giydim. Altına da çivit mavisi stiletto giydim. Elime de aynı renk, uzun zincir saplı kapitone bir Coco Chanel çanta aldım. Saçlarımı sağ omzumun üstünde bol bir atkuyruğu yaptım. Bol ama asla salaş değil. Düzgün bir atkuyruğu.
Bileğime babamın hediyesi saatimi, boynuma da ince zincirli ortasında kar tanesi olan altın bir kolye. Tırnaklarımda sadece french vardı, dokunmadım. Gözlerime de sadece eyeliner çekip, rimel sürdüm. Nude tonlarda bir de ruj sürdüm. Krem Prada güneş gözlüğümü de elime aldım, evden ayrıldım. Üstümde bir uyuşukluk vardı. Uykumu alamamışım gibi..
Okulun otoparkına girdim, zaten çok dolu değildi, en kolay girebileceğim, en boş yere arabamı park ettim. Çıkmaya hazırlanıyordum ki, büyük bir gürültü koptu. Arabamın arkasının savrulduğunu çok iyi hatırlıyorum.
Kapı açıldı güçlü bir el bileğimi tuttu, beni arabadan çıkarıp kendine çekti.
"Ne yaptığını sanıyorsun lan!"
"Abi büyütme ya arabanın arkası azıcık ezilmiş parası neyse öderiz."
"Ulan kıza bir şey olsa ne yapacaktın!"
"Olmamış işte."
Güçlü kollar benden ayrıldı, kavga seslerini hatırlıyorum. Beni çıkaran kişi bana çarpan kişiyi dövüyordu. Çocuk kendini zor kurtarıp kaçtı, öteki adam da yanıma geldi. Yüzüne baktığımda gördüğüm kişi Tolga Han Kurt. Nasıl fark edemedim ben?
"İyi misin? Arabamı park ederken gördüm seni. Şu pislik serseri hızlı gelince bir an kontrolünü kaybedip arabana çarptı."
"İyiyim.." Yarı'm..

Yarı'm #wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin