"Laf etme oğluma."

207K 5.9K 101
                                    

Bebeğin 40'ı çıkınca annemin ve dadının yoğun ısrarlarıyla bebek mevlidi düzenleme kararı almıştık, hummalı hazırlıklar sonunda bitmişti, büyük gün gelip çatmıştı.
Sabah erkenden uyanıp Tolga'yla kahvaltı yaptım.
Bebek doğduğundan beri bambaşka bir adam olmuştu. Hoş, zaten mükemmel bir herifti, iyice kendimi kaybediyordum artık adamı görünce.
Özellikle Cengiz Han'la oynarken.. O kadar tatlı oluyorlardı ki..
Sofradan kalkıp elini yüzünü yıkadı, odadan indiğinde yanında getirip mutfaktaki tezgaha bıraktığı kıravatı alıp banyoya, yanına gittim. O sırada elini yüzünü kuruluyordu. Havluyu yerine bırakıp bana döndü, yüzünde büyük bir gülümseme vardı.
Uzanıp gömleğinin yakasını kaldırdım, kıravatı bağlamaya başladım.
"Anne olunca daha da güzelleştin.." Dedi.
Mahcup bir şekilde gülümsedim.
"Sana yakışmak için daha çok güzelleşmem lazım.."
Yüzü ciddileşti, kollarını belime sardı.
"Kurtul bu düşünceden. Ben sana hep ne diyorum? Seni sevdiğim kadar güzelsin."
"Yani..?" Dedim imalı bir şekilde.
"İlla söyleteceksin değil mi? Kızım romantik bir adam değilim ben böyle laflar söyletme bana.."
"Nasıl laflar?" Dedim masum masum, kirpiklerimi kırpıştırarak.
Başını havaya kaldırıp güldü.
"Seni seviyorum.. Gibi laflar.."
"Başkaa?" Dedim
"Imm, sana aşığım, gibi."
"Hmm, başka?" Dedim neşeyle.
"Uzatma." Dedi ciddi bir şekilde.
"Öküz." Deyip arkamı döndüm, gideceğim sırada belimden tutup kendine çekti, her zamanki gibi dudakları köprücük kemiğimi buldu.
"Aklımı başımdan alıyorsun, gibi."
Kıkırdadım.
Bir öpücük de kulağımın yakınlarında bir yere bırakıp fısıldadı,
"Bu konu burada kapanmamalı, akşam konuşalım."
"Kesinlikle." Dedim, banyodan sırıtarak çıktım.
-----------
Beyaz, tamamen beyaz dantel kaplı kalem elbisemi üstüme geçirdim. Hamilelik kilolarımdan kaza ve sonrasındaki eziyetli süreç sebebiyle ister istemez kurtulmuştum.
Saçlarımı tarayıp, yanlardan aldığım iki tutamı bükerek arkaya getirdim, Pelin'le gittiğimiz seyahatlerden birinden bayılarak aldığım  swarovski  taşlı küçük bir mandal tokayla ortadan tutturdum, sonra saçlarımın uçlarına maşayla küçük bukleler yaptım.
Takı sandığımı açıp içinden babamın düğünümde yaptırıp hediye ettiği elmas kolyeyi taktım, tektaşımın üstüne de Tolga'nın onlarca doğum hediyesinden biri olan beş taşımı taktım.
Bej tonlarında uçuk bir göz makyajı yapıp ince bir eyeliner çektim, bol rimel ve nude bir rujla makyajımı tamamdım. Ayağıma mürdüm stilettolarımı geçirdim, son olarak yanıma dadımın mevlidde başıma takmam için hazırlattığı mürdüm şifon şalı da aldım,
Cengiz Han'ın odasına girdim. Onu beşiğinde göremeyince de panikleyip koşar adım aşağıya indim,
"Havva! Cengiz Han nerede?!"
Havva mutfaktan gülümseyerek çıktı,
"Efendim, Asude Hanımlar geldiler, Cengiz Han da teyzesinin yanında."
Elimi göğsüme koyup konuştum;
"Ödüm koptu bir an."
Anlayışla gülümsedi,
"İçecek bir şeyler getirmemi ister misiniz?"
"Teşekkür ederim, hazırlıklar ne durumda?"
"Her şey hazır sayılır. Tatlılar fırından çıkınca tam olacağız."

Salondan çıkıp kış bahçesine geçtim. Tolga bebek doğduktan sonra yaptırmıştı burayı. Cengiz Han doğunca daha çok evde durmak zorunda kalıyordum ve bunalıyordum. Kış bahçesini zevkime göre özgürce döşemiştim. Beyaz ahşap yükseltilerim üzerinde duvar boyunca goblen desenli sedirlerin, bir sürü düz renk kadife kırlentlerin olduğu, cumbalı, ortası çıtalı pencerelerin sade ince tüllerle süslendiği, bir köşede beyaz, yuvarlak bir masanın ve bebe mavisi koltuğu andıran büyük sandalyelerin olduğu, kenarlardan tavana asılan saksıların içinden çıkan ortancaların onlarla mükemmel uyumu yakaladığı, özgür bir mekandı burası.

İçeri girdiğimde, Pelin bahsettiğim çiçekli sedirlere oturmuş, Cengiz Han'ı da pusetine koyup yanına almış, komik komik suratlar yapıp gülümsemesini yakalamaya, fotoğraflamaya çalışıyordu.
Açıkçası bunu yapmasını oldukça doğal buluyordum, küçük bebeğin öyle güzel gamzeleri ve gülüşü vardı ki, bazen bayılana kadar gıdıklayıp gülüşünü izleyesim geliyordu..
Pelin'in yaptığı suratlara dehşet içindeki bir ifadeyle bakan 40 günlük evladıma kıyamayıp yanlarına gittim. Cengiz Han'ı pusetinden kucağıma aldım.
"Oğluşum? Bu teyze ne yapıyor diyorsun değil mi? Deli mi bu teyze oğlum? Komik mi teyze?"
Pelin "Teyze" ise bu sırada bana ters bakışlar atıyordu, ayağa kalkıp Cengiz Han'ı kucağımdan aldı,
"Rahat bırakırsan iyi anlaşacağız." Deyip tekrar onunla oynamaya başladı.
"Oğlumu kendine benzetirsen açıklamayı Tolga'ya sen yaparsın."
Kıkırdadı.
"Genetik der geçerim!"
Sırıtıp yuvarlak masanın etrafında oturan annem ve Dadı'nın muhabbetine karıştım,
konu ne miydi? İleride bir kız çocuk doğurursam ona hazırlanacak çeyiz.
"Durun bakalım hanımefendiler. Ne hamileyim, ne kız çocuk doğurdum, ne onu büyüttüm, ne de evlendiriyorum! Siz ikiniz! Şu cadıya çeyiz hazırlayın!" Bu sırada işaret parmağımla Cengiz Han'a dil çıkaran Pelin'i gösterdim, tekrar onlara döndüm,
"Doğmamış evladıma bulaşmayın."
Annem ve dadı kıkırdarken kapının sesini duydum, ayağa kalkıp salondan geçtim. Havva çoktan kapıyı açmıştı, ben de gelenleri karşıladım. Annemin cemiyetten tanıdığı birkaç kadın gelmişti.
"Hoşgeldiniz." Dedim samimi bir gülümsemeyle. Aralarından kızıl saçlı olan, ismini bile hatırlamadığım, çakma Dior takan kadın konuştu;
"Helin'ciğim! İyi olmana o kadar sevindim ki! Haberlerde o konserve kutusuna dönen arabanı görünce yüreğime bir bıçak saplanmış gibi hissettim."
Amacı, kocamın arabasına -pardon onlarca arabasından birine- laf atmak mıydı?
Ciddiyetle başımı salladım;
"Çok haklısınız. Kemer olmadı mı, 2015 model Range Rover bile insanı korumakta aciz kalıyor."
Kadının yüzü buruşurken yüzümdeki keyifli sahte gülümsemeyle onları salona yönlendirdim, bu sırada annemler de salona geçmişti. Annem onlarla ilgilenirken titreyen bacaklarımla mutfağa girdim.
Bu kaza olayı bende travma etkisi yaratmıştı. Ne olurdu yani şu konuyu açmasalar? Bir aydır Tolga ne televizyon izletiyor, ne de internette takılmama izin veriyordu. Çünkü bir süre sonra ya sosyal medyada, ya da haberlerde kolaj yapılmış ezik büzük arabamın ve yanında prematüre doğmuş bebeğimin fotoğrafları çıkıyordu.
Hem babadan ve cemiyetten gelen ünüm, hem Tolga Han Kurt'un karısı olmamdan gelen ünüm, bu kazanın abartılarak sayfalarca haber edilmesine sebep olmuştu.
Mutfağa girince dağılmış halimi gören hizmetlilerden biri elinde büyük bir bardak soğuk suyla yanıma geldi, bardağı alıp kafama diktim.
"İyi misiniz?" Dedi iri, dolu dolu gözleriyle.
Gülümsedim.
"Daha iyiyim, teşekkür ederim."
Hastaneden çıkıp evime geldiğim süreçte, evdeki çalışanlarla da aram daha iyi olmuştu açıkçası. Yaşadıklarımı bildikleri için kıyamıyorlardı bana. Düşününce, o kadar eziyetli bir 40 gündü ki.. Sadece benim için değil, başta Tolga için, ailem için hatta evimizdeki çalışanlarımız için..
Ama benden en çok Tolga çekmişti herhalde. Sabaha karşı ameliyat yerlerimin ağrısıyla ağlayarak uyandığım günler hala gözlerimin önünde. Onun endişeyle başımda bekleyişi, bazen hiç uyumadan işe gidişi..
Hoş, Tolga, bebek doğduğundan beri doğru düzgün uyumuyordu. Gecede en az üç kez yerinden kalkıyor, bebeğin odasına gidip onu kontrol ediyor, kendini tırnaklarıyla çizmesin diye kundaklayarak sarıp uyuttuğum bebeğin üstü açıldı mı diye bakıyordu. Bazen gülmekten alamıyordum kendimi. Gece yarısı o odaya gidip nazar duaları okuyordu. İnternetten okuya okuya Nazar Ayetlerini ezberlemişti artık..
Tolga'yı geçip hizmetlilere gelecek olursak, başta Havva..
Gün içinde Tolga yokken kötüysem bebeğin başından asla ayrılmıyordu. Sonra diğerleri.. Değişik değişik şifalı bitkiler bulup bana içirmeye çalışıyor, süt yapsın diye değişik yemekler hazırlıyorlardı. Hepsinin hakkı o kadar büyük ki..

Yarı'm #wattys2016Where stories live. Discover now