hi-5

4K 486 139
                                    

Jeongin evden içeri girdiği anda annesi ortalığı dağıtmış ve oğluna kolunun sebebini sormuştu. Beyaz gömleğinin yırtık ve kana bulanmış kolu, dehşet uyandırıcıydı sonuçta. Tabii daha sonra da aklına hastaneye gitmeleri gerektiği, nihayet, gelmiş ve hastaneye gitmişlerdi.

Yara derin olduğu için birkaç dikiş atılmıştı. Çok geçmeden de işleri bittiğinde çıkmışlardı. Annesi hep sorsa da susmuştu Jeongin. Annesi, onu aşağılarken, kavgalarından bıktığını söylerken hiç tepki vermemişti. Sadece yolu izlemiş ve kaybettiği hisler için minnet duymuştu. O an ağlamak, içinden çok gelse de yapmamıştı çünkü.

Eve geldiklerinde, iş daha da büyümeden kendini odasına kapatmıştı. Konuşmaya gücü yoktu. Çok çabuk yoruluyordu, o yüzden insanlara laf anlatmayı bırakmıştı artık. Özellikle de ailesine karşı.

Ertesi gün de okula gitmemişti. Minho ve diğerleri arasa da açmamıştı telefonlarını. Daha fazla hakaret ya da ses duymak istemiyordu. İlaçlarını almadan bir gün daha geçirmek istiyordu. Beynini ve vücudunu tam kullanmak istiyordu bir süre.

Yatağında uzanmış duvara, elindeki tenis topunu atıp tekrar tutarken kapısı çalmıştı. Görevli sandığı için, acıkmadığını söylemiş ve gitmesini beklemişti ama kapı açılmıştı. Kapının önüne döndü bıkkınca. Rahatsız edilmek istemiyordu.

"Yine ne-ah, sen?"

Hyunjin akan burnunu peçeteye silip odaya girdi ve arkasından da kapıyı kapattı.

"Okula gitmediğini duydum. Ben de yalnız kalmaktan sıkılmıştım, sana katılayım dedim."

Birden gelip çift kişilik yatakta, Jeongin'in yanına uzandı ve üzerine örtüyü çekti. Hastaydı ve üşüyordu. Jeongin biriyle aynı ortamı paylaşmayı bile sevmezdi ve Hyunjin'in yaptığı şeyden çok rahatsız olmuştu ama yüzünden bile hasta olduğu belli olan çocuğa bir şey diyememişti.

"Nasıl hasta olmayı başarabildin?"

Hyunjin, Jeongin'in koluna kısa bir bakış atıp gözlerini kapadı.

"Nasıl kolunu delebildin?"

Jeongin de sessiz kaldı ve topu duvara atıp tutmaya devam etti.

"Bana, hyung, demek ister misin?"

Sanki iyi bir teklif sunar gibi konuştuğunda Jeongin alayla gülmüştü.

"Neden böyle bir şey yapayım?"

"Dün de söylemiştim. Hyungunum ben senin."

Sanki bir bebekmiş gibi konuşan büyüğüne döndü Jeongin. Bu insanların yanında hep büyük olan kendisiymiş gibi hissediyordu.

"Neden öyle davranmıyorsun o zaman?"

"Ne?"

Jeongin derin bir nefes aldı. Açıklama yapmayı sevmezdi ama Hyunjin anlayacak gibi değildi.

"Hyungum olduğunu söylüyorsun ama hep çocuk gibi davranıyorsun. Diğerleri de öyle. Size hyung demek çok zor."

Hyunjin, Jeongin'in sözlerini umursayamamıştı. O kadar çok konuşmuştu ki. Sesini bu kadar duymaya alışık değildi.

"Uzun cümle kurabiliyorsun."

Jeongin kendini tutamayıp bir kahkaha attı. Hyunjin o an kalbinin teklediğine yemin edebilirdi.

"Ne? Ne alaka şimdi?"

Hyunjin başını Jeongin'den tarafa doğru döndürdü ve gözlerini küçüğüne sabitledi.

"Hep, çok az konuşuyorsun. Korecen zayıf sanmıştım."

"Konuşmamam, derslerimin kötü olduğu anlamına gelmez ya da dilimin."

bir küçük hyung meselesi // -hyunin Where stories live. Discover now