♠Bölüm 2 ♠

6.4K 280 18
                                    


İçeride ağır bir ter kokusu ve pişmiş soğan kokusu vardı. Kadıncağız yemek yapıyor olmalıydı. Kapınon karşısında barhanedeki adamı gördüm. Askerler öyle bir atmışlardı ki adamcağız boylu boyunca ölü gibi yatıyordu. Nefes almak için inip kalkan göğsünü görmesem nabzını kontrol edecektim.

"Hey ufaklık bizi korkutabiliceğini mi sanıyorsun?"
Bunu söyleyen adam barhanede tanıştığım adamı duvara atan adamdı. Epey iri bir vücudu sarı saçları ve sert bir çehresi vardı. Öteki asker ise hala kadını tutuyordu. Oda iri olmasına ragmen sarışın askerin yanında ufak tefek kalıyordu. Yuvarlak bir yüzü sarışın asker gibi iri bir vücudu ve kumral saçları vardı. İki askerden de buram buram alkol ve iğrenç bir ter kokusu geliyordu. Ah Yunanistan! Oradaki askerler asla böyle değillerdi. İngilterenin askerleri bile insan olmaktan çıkmışken saray hanedanlarından ne bekliyordum ki?
"Şuraya bakın ufak bir oğlan çocuğu bizi korkutmaya çalışıyor." dedi esmer olan asker.
Bileğimde sakladığım hançeri esmer olan askerin kadını tutan koluna fırlattım. Bir haykırış koptu ve o karışıklıktan faydalanarak kadını tutup kapıya fırlattım. Sarışın asker beni kucakladı ve havaya kaldırdı.
"Git." diye bağırdım kadına.
Kadın kapıyı açıp koşmaya başladı. Esmer olan askerin kadının peşinden gideceğini düşündüm ancak yanıma gelip suratımdaki kumaşları açtı. Kız olduğumu görünce afalladı ancak bileğindeki hançeri çıkartıp sağlam eliyle suratıma tokat attı.
"Seni sürtük!"
Sarışın olan asker pençerinin karşısındaki kanepeye beni fırlattı.
"Ufacık boyunla bizimle oyun oynamaya kalkarsın öyle mi?"

Bunu söyleyen sarışın asker olmuştu. Yanıma yaklaşınca ne kadar güzel bir yüzü olduğunu fark ettim. İçide en az yüzü kadar güzel olabilseydi keşke. Belindeki kemeri çıkarttı ve bana doğru savurdu. Suratıma doğru gelen kemeri acısına aldırmamaya çalışarak bileğime dolayıp elinden çektim ve erkekliğinin oraya vurdum. Koltuktan ayağa fırlayarak belimdeki ufak kılıcı çıkardım. İki seçeneğim vardı. Ya burdaki adamı kurtarmak için savaşacak ve ölecek ya da kaçıp babamı kurtaracaktım. Askerlerin adamla bir işi kalmadığını düşündüm ve seri bir hareketle ufak bedenimi esmer olan askerin bacaklarının arasından geçirip kapıya koştum. Açık kalmış kapıdan çıkıp koşmaya başladım. Barhanede atım vardı. Hızla oraya yöneldim. Arkamı dönüp askerlere baktım. Atlarına binmeye çalışıyorlardı. Peşimden koşmaları durumunda kaçabilme olasığım garantiydi ancak atla peşimden gelmeleri işi zorlaştıracaktı. Nal seslerini duymamla hızımı daha çok arttırdım. Ancak fayda etmeyecekti. Nefesim kesilmeye başlamıştı. Sağa baktım ve atların geçemeyeceği kadar dar bir sokak gördüm. Tam girecekken aklıma bir fikir gelmişti. Bu askerler benim saraya giriş biletim olacaklardı. En kötü ihtimalle zindana atarlardı ancak bu daha çok işime gelirdi çünkü babamın yanına varmış olurdum. Zindandan kaçmakta bana çocuk oyuncağıydı. Hızımı yavaşlattım ve at üzerinde adamın beni almasına izin verdim. Esmer olan asker beni kucakladığı gibi önüne oturtturmuştu. Ancak bu şekilde düşerdim ve debelenmezsem saraya girmek istediğim anlaşılırdı. Askerler zekiydi. İngiliz askerleri 3 yaşında seçilir ve zeka, beden gibi her türlü eğitime tabii tutulurlardı. At üzerinde debelenmeye başladım. Adam atı durdurup sarışın adamla ellerimi kollarımı ve gözümü bağladılar. Ardından at üzerinden düşmemem için hangisi olduğuna emin değilim esmer iri olan sanırım ip ile beni kendisine bağladı. Tanrım bu ter kokusu öldürecekti. At nallarını duyunca hareket ettiğimizi anladım.

Çok uzun sürmeyen bu yolculuk askerin kokusu ve at kullanma konusundaki becereksizliği yüzünden midemi bulandırmıştı. Asker indi ve ardından beni indirdi ve ne yazıkki indirmesiyle askerin üzerine kusmam bir olmuştu. Tamam doğru eğitimliydim ve kendimi tutabilirdim fakat pekte tutmak istememiştim. Asker tokat attı ve beni sürüklemeye başladı.

"Bırakta yürüyim bari. Sen yönlendir. Ayaklarım sağlam şükür."

Asker söylediğim hiçbir sözüaldırmadı ve devam etti sürüklemeye. Sonunda yorulmuş olacakki beni indirdi ve yönlendirmeye başladı. Tanrım mis gibi bir leylak kokusu geliyordu burnuma. Bayılırdım leylaklara. Derin bir nefes çektim ve laleler. İç geçirmiştim. Babam severdi laleleri özellikle beyaz olanını. Senin gibi masum derdi. Şimdi bir altın kadeh çiçeğine ihtiyacım vardı gerçi. Umutlarımı yeşertmeliydi. Uzaktan bir at nalı duydum. Askerlerin duymasını beklemiyordum doğrusu. 5 duyu organım oldukça gelişmiş olduğu için askerlerden bunu bekleyemezdim. İstedikleri kadar eğitimli olsunlar asla bu kadar iyi olamazdı. Benim ki doğustan bir Allah vergisiydi. Uzaktan gelen her kimse kudretiyle geliyordu. At nallarının yere öğle bir basışı ve ses çıkarışı vardı ki. Ahal atından başka bir at cinsi olamazdı. Hükmeder gibi basıyordu adeta yere. Hızla gelişi Tüm leylak ve lale kokularını burnuma doldurmuştu. Gelen kişi iyice bize yaklaştı ve sonunda narin ve heybetli bir kişneme sesiyle durdu. Beni tutan asker bıraktı ve kenara çekildi.

Av TanrıçasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin