(10) Sürpriz Misafir.

86.1K 9K 10.7K
                                    

 "Bir şeylere göz yumuyorsam bu beni korkak biri yapmaz, korkulacak biri yapar. Çünkü en tehlikeli düşman doğru zamanı kollayandır. Hadi herkes üzerimde oynasın tüm kirli oyunlarını, ben buna izin veriyorken yapsınlar bunu... Çünkü ben henüz başlamadım."

Kulübeme geri gidemiyorum. Hava çoktan kararmıştı ama ben kulübeye geri dönemiyordum. Duyduğum sesten sonra kulübeden nasıl fırlayıp dışarı çıktığımı bilmiyorum ama şu ana kadar yeniden oraya gitmeye cesaret edememiştim. Akşama kadar biri beni takip ediyor mu diye paranoyakça etrafımı kontrol etmiş ve sürekli insanların olduğu yerlerde gezip durmuştum. Yalnız kalmaya korkuyorum, yalnız kalınca benim için gelmesinden deli gibi korkuyorum.

Şaka gibi ama ben bir ritüeli başarılı bir şekilde es-kaza gerçekleştirdim!

Tamam, her konuda çok iyi olmak alıştığım bir durum ama Tanrı aşkına beceriksizliğimin bile bu kadar mükemmel olması gerekmiyordu. Doğa geri döndüğünde beni kulübesinin önünde bulmuştu. Yorgunluktan canından bezen Doğa, o haldeyken bile elinde bir sepet yiyeceği benim için getirmesini beklemiyordum. Çok aç olduğum için Doğa'nın getirdiklerinden sadece meyve sebzeleri yemiştim. Onları yememin nedeni de bizzat yıkayıp temiz olduklarından emin olmamdı. Diğer getirdiği yiyeceklerin ne şartlarda hazırlandığını bilmediğim için yememiştim.

Midemin içi çiğ sebze ve elmayla dolu.

Doğa yorgunluktan kanepeye sızdığında bile Asil'in korkunç biri olduğundan bahsediyordu. Üşümesin diye içeriye odun taşıyıp onun için şömineyi yakmıştım. İşim bittiğinde Doğa'nın çoktan uyuduğunu görünce ona olanları anlatma fırsatım olmamıştı. Hava karardı ve Doğa çoktan uyudu ama ben hâlâ odanın içinde dönüp duruyorum.

Tavşan? Lanet olsun, bebek tavşan orada kaldı!

"Kahretsin!" Ben onu orada unutmuştum. Kulübenin ne kapısı vardı ne de camı. Dışarıdaki uğultulu rüzgâr şimdiden soğuktan donmasına neden olmuştur.

"Doğa?" demiştim ki hemen sustum. Onun ne kadar yorgun döndüğünü hatırlayınca onu uyandırmaktan vazgeçtim. Koltuğun kenarında sarkan pelerinimi alıp taktım. Duvarda yanan gaz lambalarından birini aldıktan sonra Doğa uyanmasın diye arkamdan kapıyı ses çıkarmadan kapattım.

Her yer fazla karanlıktı. "Karanlık yok." Kendi kulübeme doğru yürürken aklımı dağıtmaya çalışıyordum. "Karanlık yok, Elzem sakın korkma." Karanlık vardı, sisli gecenin karanlığı her yerdeydi. Evet, daha önce de mecbur kalınca kasabaya Mara ile giderken karanlıktı ama pusulamın ışığı etrafımı aydınlatıyordu. Bu elimdeki gaz lambası gibi cılız bir ışığı yoktu.

"Karanlık yok." Korkuyla kulübelerin arasında geçerken telaşla başımı hayır anlamında salladım. "Işık var, karanlık yok."

"Çık aklımdan... Lütfen." Ben karanlıkta kalamam, karanlıkta nefes alamam. "Dur ve sakin ol." Bedenim deli gibi titrerken etrafımdaki karanlık yerine elimdeki ışığa baktım. "İşte böyle. Unutma karanlık olmazsa anılar olmaz." Gözlerimi gaz lambasının ışığından ayırmıyordum.

"Kimse bilmemeli, kimse bilmemeli, kimse bilmemeli. Işığa bak, sadece ışığa bak ve adımlarını sayarak kulübeyi bul." Gaz lambasını burnuma değecek kadar yüzüme yaklaştırdım. Doğrudan gözlerime temas eden ışık gözlerimi sulandırsa da bir santim bile lambayı geriye çekmemiştim. "Otuz dokuz adım sağa." Her adımımı saymamın nedeni buydu. Karanlıkta kalırsam yolumu bulayım diye etrafımdaki her şeyle aramdaki adım mesafesini hesaplardım.

Adımlarımı hep saydığım için bir kere gittiğim bir yeri gözlerim kapalıyken bile hiçbir yere çarpmadan bulabilirim. Hepsinin koordinatları beynimde kayıtlıydı. Evet, bu psikolojik bir rahatsızlıktı ve evet, kimse bilmese de bu karanlık korkum için geliştirdiğim bir savunmaydı. Karanlığın benim için içinde sakladığı kötü sürprizleri vardı.

MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap Oluyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin