14. BÖLÜM - GEÇMİŞİN TOZLU RAFLARI

31.8K 2.2K 462
                                    

Merakım doymak bilmez bir kurt gibi içimi kemiriyordu. Üzerlerinde parmaklarımı gezdirdiğim isimler içimi titretiyor, kafamı karıştırıyordu. Nerede oldukları bir yana, ne yaptıklarını daha çok merak ediyordum.

Sıkıntıyla iç çektim. Üzerime çöken ağırlığa anlam verememiştim. Üstelik Asaf Dede'nin ve Dağhan'ın yanımdan ayrıldığının da ancak farkına varabilmiştim. Soy ağacı odağımı kaybettiğinde farkına vardığım detaylarla titredim. Ben böyle dalıp gitmelere ancak yalnızken kapılırdım. Yanımda birileri varken bunu yapmaktan kaçınır, gerçeğimi herkesten gizlerdim ama şimdi durduk yere o dalgınlığa kapılmış, etrafımda olup bitenleri fark edemeyecek hale gelmiştim.

Ateşe değmişim gibi çektim elimi duvardan. Avuçlarımı taytıma silip hiçbir şey olmamış gibi etrafıma baktım. Dağhan mutfaktaydı. Hem kokusundan hem de mutfaktan gelen tıkırtılardan anlamıştım bunu. Asaf Dede ise verandaya çıkmıştı. Buraya gelirken dikkatimi çeken sallanan sandalyenin gıcırtısını duyabiliyordum. Ne yapacağımı bilemediğim birkaç saniyenin sonunda adımlarımı dışarı doğru attım. Asaf Dede'nin karşısında duran taburelerden birine oturdum.

İçeriden, "Çay ister misin Pera?" diye soran Dağhan'a, "Evet. Olur," diye cevap verdim. Çok geçmeden elinde ince belli bardaklarla Dağhan geldi. Yanımda duran tabureye oturmadan önce Asaf Dede'ye bana bardakları verdi. Çay tavağının kenarında duran iki adet küp şekeri bardağa atıp uzun uzun karıştırdım. Aklımda onlarca soru vardı. Sorular birbiri ardına dolanıyor, kafamı iyice karıştırıyordu. Başta düşünmediğim sorular bile şimdi aklıma geliyordu. Bu yüzden en çok merak ettiğimle başlamalıyım diye düşündüm.

"Asaf Dede," dedim. Gözlerini çayından uzaklaştırıp bana baktı. Bakışlarından gülümsediğini anlamam bu işin kaçıncı boyutuydu bilmiyordum ama bir tık tedirgin olmama yetmişti. Kurt olmak böyle bir şey miydi? İnsanların duygularını hissetmek demek miydi? Hayvanların hissettiğinden hep söz edilirdi ama yarı kurt olmanın da bunu getireceğini hiç düşünmemiştim.

"Neden burada yaşıyorsunuz?" diye sordum. Merakım tüm o duygularımı bastırmıştı ve zirvedeki tahtına kurulmuştu yine. İçim içimi yiyordu adeta. Sorularıma cevap alamama endişesi, korkuma dalkavukluk eden bir soytarı gibiydi.

Derin bir nefes aldı Asaf Dede. Kahverengi gözleri uzaklara dalıp gitti bir an, sonrasında yeniden beni buldu. "Çünkü artık benim zamanım geçti," dedi. Öyle bir tınlama vardı ki sesinde sanki pişmanlık akıyordu üzerinden. Neden böyle hissediyordu? Neden pişmandı?

"Yaşlandım ve köye gidersem sizlere ayak bağı olurum. Bundan sonra siz varsınız ve sürüyü kendi başınıza idare etmelisiniz. Ve Dağhan," diyen Asaf Dede bakışlarını yanımda oturan adama çevirdi. "Artık senin de kendi sürünü kurman gerekiyor. Sonrasında zaten baban alfalığını sana devr edecek ama öncesinde tecrübe kazanmalı ve ileride bu büyük sürünün lideri olduğunda doğru kararlar verebilmelisin."

Gözlerimi çevirip Dağhan'a baktım. Onun da bana baktığını gördüğümde yeniden Asaf Dede'ye döndüm.

"Peki şimdi ne olacak?"

Bardağını yavaşça yere bırakan Asaf Dede, geriye yaslanıp gözlerini kapattı. Sözlerinin artık sona erdiğini anlatır gibiydi duruşu. Fakat yanılmıştım, bitmemişti.

"Ne olacağı size bağlı. Birbirinize göz kulak olmalı ve yardım etmelisiniz. Aksi halde ayakta kalamazsınız," dedi ve yeni bir suskunluğa esir oldu. Bu kadar çabuk susmasını, anlatmaktan kaçmasını istemedim bu yüzden direttim ve yeni bir soru sordum.

"Bu hikaye nasıl başladı dede? Biz nasıl kurt olduk?"

"Kökenimizi mi bilmek istiyorsun yoksa ailemizi mi?"

DOLUNAY ||DÜZENLENİYOR||Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin