13. BÖLÜM - SOY AĞACI

34.5K 2.2K 664
                                    

"Aile ağacımızı görmenin zamanı geldi."

Dağhan'ın sözleri beni epey şaşırttı. Evet, herkesin bir soy ağacı vardı ama emindim ki kimse bunu somut hale getirmiyordu. Oysa bu dünyaya adım attığım an anlamıştım bahsi geçen her hangi bir şeyin somut olarak var olabileceğini. Bu yüzden şaşkınlıktan kocaman gözlerimi onun yeşillerine diktim.

"Aile ağacımız mı var bizim?" diye sordum kontrolsüz çıkan sesimle. O ağacın ne kadar büyük olabileceğini kestiremiyordum. Çünkü Dağhan'ın yüzündeki ifade her şeyin, aile ağacımızın somutluğu kadar basit olmadığını anlatır nitelikteydi ve yeşillerine düşen gölge işlerin pek de hayra alamet olmadığını haykırıyordu. Öte yandan gözlerinde gölgenin aksine sinsi sayılabilecek bir gülümseme de dudaklarında yerini almıştı.

Dağhan yürümeye başladığında peşine takıldım. Bir yandan da sorularımla onu boğuyordum tabi. Merakıma ne yaparsam yapayım engel olamıyordum. Zaten olabilseydim şu an burada olmazdım.

"Evet var."

"Çok büyük mü?"

"Büyük."

"Peki nerede? Sakın bana gerçekten bir ağacın üzerinde deme," dedim. Dağhan'ın peşinden hızlı adımlarla ilerliyordum. Ayağımdaki parmak arası terliklerle bu oldukça zordu ancak önümde arkasından atlı kovalıyor gibi yürüyen adamın umurunda olduğu söylenemezdi. Hızını hiç azaltmadan yürümeye devam ediyordu.

"Gidince görürsün ve hayır gerçek bir ağaçta değil," dedi. Sıkılmış gibiydi ama bu da benim umurumda değildi.

"Nerede peki?" diye sordum tekrardan. Belirsiz cevaplardan hoşlanmazdım.

"Gidince görürsün," diyerek yeniden aynı tepkiyi verdiğinde olduğum yerde durup ayağımı yere vurdum. Fakat bu kötü bir fikirdi çünkü ayağımın önünde duran ve daha önce fark edemediğim taşa tekme atmıştım.

"Ayağım! Ayağım! Ayağım!" diyerek olduğum yerde zıplamaya başladım tek ayağımın üzerinde. Dağhan arkasını dönüp bana baktığında başını iki yana salladı. Utancımdan yerin dibine girmekle, kırıldığından emin olduğum ayak parmaklarımı koparıp atmak arasında kaldım. Rezaletin dibini sıyırıyordum şu an. Çektiğim acıyı ise saymıyordum bile.

"Sakarsın," dedi ve kollarımı tutup beni bir kayanın üzerine oturttu. Neredeyse köyden çıkmak üzere olduğumuzuysa o an anlamıştım. Söylediği bu tek kelime beni aylar öncesine götürürken kaşlarımı çattım ama ne yazık ki inkar edemedim. Gerçekten bazen ciddi anlamda sakar olabiliyordum.

"Sanırım ayağım kırıldı," dedim söylediğini görmezden gelerek. Dağhan önümde eğilip canımı acıtacak biçimde tuttu ayağımı. Ağzımdan çıkan çığlığa hakaret dolu cümlelerim eşlik etti.

"Yavaş olsana hayvan herif! Ayağım kırıldı diyorum anlamıyor musun?!"

Sözlerim karşısında sessiz kalan Dağhan terliği ayağımdan çıkardı. Bu kez daha nazikti fakat yine de canım yanmıştı. Dudaklarımdan çıkan inlemeye mani olamadım. Acı çekiyordum. Ve Dağhan sanki bunu daha da katlamak istermiş gibi ayak parmaklarımı tutup çekti. Ağzımdan koca bir çığlık firar ederken ağaçlarda konaklayan kuşlardan bir kaçı uçtu.

"Bağırma!" dedi sert sesiyle Dağhan. O an keşke taşa değil de onun kafasına bir tekme atsaydım diye düşündüm. Canım acıyordu ve bu, bu adamın umurunda bile değildi. Ruh hastası bir sadist olabileceğini düşünmeye başlamıştım artık.

"Geri zekalı mısın sen ya?! Canım acıyor diyorum, sen acıtmak için çabalıyorsun! Ruh hastası, sadist!"

"Parmağın kırıktı, düzgün kaynasın diye yerine oturttum. Bir kaç dakikaya iyileşirsin," dedi Dağhan ve ayağa kalktı. Söyledikleri şu anda benim için bir anlam ifade etmiyordu çünkü canım acıyordu. Benim canım tatlıydı. Zamanında canım acıyacak diye dövmeciden kaçmışlığım vardı benim.

DOLUNAY ||DÜZENLENİYOR||Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin