12. BÖLÜM - GENİŞLEYEN AİLE

35.6K 2.3K 989
                                    

Çok hikaye vardı dinlenecek. Derya Teyze ve Samet Dayı'nınki bunlardan sadece birisiydi. Dahası olduğuna adım kadar emindim ama onların ne olduğu hakkında ne yazık ki bir fikrim yoktu. Her şeyden önce biz nasıl var olduk onu merak ediyordum. Köklerimiz neydi? Nereden geliyorduk? Ne zaman kurt olmuştuk? Öyle çok soru vardı ki aklımda, buraya gelirken içime çöreklenen o, acaba yanlış kararı mı verdim, sorusu yepyeni soru işaretlerinin gelmesiyle yerini hiçliğe bırakmıştı. Merakım yerli yerindeydi. Başıma gelen her şeyin sebebi merakımdı belki ama ben henüz ondan vazgeçmeye hazır değildim. Merak etmeden yapamazdım ki...

Kahvaltıdan sonra merdivenleri çıkıp Derya Teyze'nin bana gösterdiği odaya girdim. Evin kalanı gibi beyaz ve kahverenginin hakim olduğu odada tek kişilik bir yatak ve çok büyük sayılmayacak bir gardırop vardı. Bir boy aynasının da bulunduğu oda oldukça basit ve minimal görünüyordu ve ben çok sevmiştim. Ailemle yaşadığım evdeki gibi değildi bir kere. Oradaki odam fazla büyüktü ve ben bu büyüklüğü dağınıklığımı gizlemek için kullanırdım. Buradaysa öyle bir şansım yoktu. Odanın küçüklüğü dağınıklığımı hemen belli edeceği için her şeyi düzenli kullanmalıydım. Bu duruma sevineceğimse aklımın ucundan bile geçmezdi. Ancak şu da bir gerçekti, oda her ne kadar küçük olsa da asla basık bir havası yoktu. Ferah ve rahat hissettiriyordu insana ve ben bunu çok sevmiştim. Nefes alamayacağım yerlerde olmaktan hoşlanmazdım.

Nefesim kısa süreliğine kesildiğinde elim boğazıma gitti. Bir an için alamadığım soluk, gözlerimin kararmasına sebep olurken, titreyen dizlerim bedenimi taşıyamaz oldu. Dizlerim parke zemine sertçe çarptığında boşta olan elimle yanımdaki yatağa tutundum. Avuçlarımda ezilen pikeyi çekiştiriyordum sanki nefes almama yardım edecekmiş gibi. Bir yandan da yardım istemeye çalışıyordum ama bu nafile bir çabaydı. Gözlerim giderek kararıyor, uğultu benzeri sesler kulaklarıma doluşuyordu. Karanlığın dipsiz çukurunda debeleniyordum ama bir türlü bundan kurtulamıyordum.

Loş bir ışık karşıladı sonra beni. Işık giderek parlaklığını arttırdı ve yerini beyaz bir tavana bıraktı. Florasan lambanın soğuk, beyaz ışığı odayı aydınlatan tek şeydi. Pencereden baktığımda dışarısı karanlıktı. Neredeydim, buraya nasıl gelmiştim anlamam vakit aldı ama sonra anladım. Koluma bağlı olan serum, yüzüme geçirilmiş olan oksijen maskesi anıları tüm çıplaklığıyla gösterdi bana. Yedi yaşımdaydım. Klostrofobimin temellerinin atıldığı günün ertesinde, beni bulan o hizmetçi kız sayesinde kurtulduğum küçük odanın havasızlığından boğulduğum günün sonrasındaydım. Ailemin aklına dahi gelmemiştim. Eğer o kız beni bulmamış olsaydı daha da gelmezdim.

Serumsuz olan elimle tutundum yatağa ve zorlukla doğruldum. Üzerimden tır geçmiş gibi hissediyordum kendimi. Uzun zamandır hissetmediğim o yorgunluğu iliklerime kadar hissediyor, aileme olan kinime kin katıyordum. Belki yedim yaşındaki Pera onlardan tüm olanlara rağmen sevgi bekliyor olabilirdi ama yirmi bir yaşındaki o genç kadının onların sevgisine ihtiyacı yoktu.

"Anne!" diye seslendim cılız sesimle. Boğazımda hissettiğim gıcıklanmayla öksürdüm. "Baba!" dedim bu kez de. Onlardan vazgeçmiyordu çocukluğum ancak ben bu kez her şeyi bilerek yaşıyordum. Bu anılar nasıl geliyordu bana ya da neden çözememiştim ama geçmişin acı hatıralarında kaybolduğumun artık farkındaydım.

Odanın kapısı yavaşça açıldı. Elinde metal bir tepsi tutan genç hemşire gülümseyerek girdi içeri.

"Günaydın Pera," dedi hoş sesiyle. "Kendini nasıl hissediyorsun?"

"Annem nerede? Ben evime gitmek istiyorum."

Hemşire tepsiyi masaya bıraktı ve içinden aldığı şırıngayl yanıma geldi. Hala çıkarmadığım maskeyi düzeltip saçlarımı yüzümden çektikten sonra serumun içine elindeki şırıngayla bir sıvı sıktı.

DOLUNAY ||DÜZENLENİYOR||Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin