13. BÖLÜM - SOY AĞACI

Zacznij od początku
                                    

"Banane. Canım acıdı işte, sadist herif," dedim huysuzca ve Dağhan başını iki yana sallayarak benden uzaklaştı. Gitmeden önce söyledikleriyse ruhumu acıtmıştı.

"Ne halin varsa gör."

Gözümden bir damla yaş düştü. Uzun zamandır kendi başımın çaresine bakmak durumundaydım çünkü ailem beni kendi halime bırakmıştı. Tüm bu yaşadıklarımsa bu tutumun bit sonucuydu. Zamanında babam da aynı Dağhan gibi söylemişti.

Ne halin varsa gör.

O sözleri mıh gibi aklıma kazınmışken ve ruhumdaki bozuk temeller bu ve buna benzer cümlelerle atılmışken şimdi aynı cümleleri duymak bana acı veriyordu ve ruhum en ufak bir depremde bile yıkılmaya hazır olan bir bina kadar sağlamdı. Dağhan'ın sözleriyse gelen o depremi haber veren küçük sarsıntılar gibiydi. Küçüktüler ama bir o kadar da etkiliydiler.

"Hadi ama, o kadar canın acımış olamaz," dedi Dağhan en nihayetinde yanıma geldiğinde. Gözlerimden akan yaşlar yüzümü sırılsıklam etmişti. Burnum da akmaya başladığında yeni bir rezilliğe daha hazırladım kendini lakin Dağhan cebinden çıkardığı mendili bana uzatarak bunu engellemişti.

"Bana bir daha öyle söyleme," dedim çatallı çıkan sesimle. İçimdeki çocuğun hayallerini yıkan kelimelerdi bunlar. Emindim ki kıpkırmızı kesilmişti yüzüm.

"Ne?"

Dağhan'ın anlamayarak bana bakması üzerine bana acı veren o cümleyi zorlukla sarf etmek durumunda kaldım.

"Ne halin varsa gör," dedim ve yutkundum. Boğazımdan zorlukla geçti o yumru ve ben kendimi toparladığım anda o mutlu maskeyi tekrardan yüzüme oturttum. "Bana bir daha öyle söyleme."

"Tamam, söylemem," dedi Dağhan. Yüzündeki o ifade emin olamadığını anlatır nitelikteydi fakat yeterince yakın olmadığımız için nedenini sormadı. Onun yerine önden yürümeye başladı ve ben de çok geçmeden kendimi tam manasıyla toparladım.

Peşine takılmış onu takip ederken biraz daha yavaş olmasını istiyordum fakat o, eğer görmek istiyorsam ona yetişmem konusunda ısrarcıydı. Az önceki sorularımın yerini bu kez yavaşlaması için sarf ettiğim yakarışlar almıştı. El mecbur, ayağımdaki terliklere rağmen, ona yetişmek için çabaladım. Hangi akla hizmet bu terlikleri giydimse zaten...

Dağhan ormana girdiğinde, bir anlık tereddüt etsemde peşinden gitmeye devam ettim. Boyunun benden uzun olması onu avantajlı kılıyordu ve, ayağımı çizen kuru dal parçalarına rağmen, koşmak zorunda bırakıyordu beni.

Toprak eğimlenmeye ve biz bir tepeye doğru çıkmaya başladığımızda giydiğim terliklere bir kez daha lanet ettim. Bir daha bu köyde terlik falan giymeyecektim. Hatta bırak terliği spor ayakkabıdan başka bir çeşit ayakkabı bile kullanmayacaktım. Ah, güzelim sandaletlerim bavulda çürüyecekti ama yapacak da bir şey yoktu.

"Arkandan atlı mı kovalıyor be adam? Biraz yavaş yürüsen ölür müsün?" diye bağırdım arkasından. Zira kendileri benden neredeyse on metre kadar ilerdeydi.

"Arkamdan atlı kovalamıyor ama senin gibi sakar bir kız yürüyor. Ve Pera," dedi bana dönüp. "Biraz daha hızlı yürümezsen geride kalacaksın. Aile ağacını görme şansını da kaçıracaksın."

"Pisliksin. Ayağımda terlik var ve sen sanki fark etmemişsin gibi davranıyorsun. Yürüyemiyorum işte neden biraz yavaşlamıyorsun?" deyip olduğum yerde durdum. Yaşadığım dejavuyu görmezden geldim ama herhangi bir taş ya da ağaç parçası var mı diye etrafımı kolaçan ettim. Ne olur ne olmazdı neticede, yeniden tekme atmam gerekirse en azından ayağımı kırmamış olurdum.

DOLUNAY ||DÜZENLENİYOR||Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz