Nereden bilebilirdim ki böyle olacağını?

"Yalan söylemiyorum. Yemin ederim ben o bahsettiğin bilgileri almadım," dedim bana inanmasını umut ederek.

Lütfen... inan bana.

Biz susuyorduk gözlerimiz konuşuyordu. Öyle bir anın içindeydik ki... hiç bu kadar çok bakmamıştık birbirimize anın büyüsü bozulacakmış gibi hiç konuşmuyorduk. Sadece susuyorduk. Bazı anlar vardır saatlerce konuşsak da halledemeyiz ya daha çok batırırız her şeyi o anlarda susmak gerekiyormuş onu anladım. Bazen elinde olmadan yanlış kelimeler kullanabilirsin ama gözler her şeyi anlatır, gözler yanılmaz.

"Sana inanmak istiyorum," dedi uysal bir sesle. "İnan o zaman ben doğruları söylüyorum hiç alakam yok çalınan bilgilerle." diye konuştum kendimden emin tavrımdan ödün vermeyerek.

"Lanet olsun ki," diye sinirle bağırıp elini direksiyona bir kez daha vurdu. "Kafam susmuyor!" Elini direksiyondan çekip kafasına vurdu bir kaç kez. "Susmuyor işte, susmuyor."

Yiğit'i ilk defa böyle görüyordum bir nevi sinir krizi geçiriyordu. Bana inanmak istediğini söylemiş, daha sonra kafam susmuyor diye bağırıp durmuştu bu haline bir türlü anlam verememiştim.
Çok değil bir kaç dakika içinde kendine gelmişti. Şimdi ise sakin bir şekilde yolu izliyordu. Bulunduğumuz yerde, hâlâ arabanın içinde oturuyorduk. Göz ucuyla Yiğit'e bakıp duruyordum. Sessizdi, sessizdim, sessizdik. O sustukça benim İçimdeki umut kırıntısı git gide yok oluyordu. Bana hiç inanmayacaktı bunu çok iyi biliyordum.

Ne söylersem söyleyeyim, ne kadar konuşursam konuşayım, Yiğit sadece kendi düşündüklerine inanacaktı bana değil.

Git gide nefes almakta zorlanıyordum, bir el boğazımı sıkıyordu boğuluyordum sanki. Arabanın kapısını açıp Yiğit'e bakmadan dışarı çıktım. Şu an ihtiyacım olan biraz temiz hava almaktı. Etraf karanlıktı saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Şehir ışıkları etrafı hafif aydınlatmıştı. Arabadan uzaklaştığım sırada arabanın kapısının gürültüyle kapandığını duydum ama arkamı dönüp bakmadım. Yanımdan geçen arabaları umursamadan biraz daha yürüdüm. Yürüdükçe derin derin nefesler almaya başladım.

Yiğit'in arkamdan geleceğini düşünmüştüm ama gelmemişti. Arkamı dönüp baktığım sırada Yiğit'i arabanın önünde sigara içerken gördüm. Sigaranın turuncumsu rengini uzaktan görebiliyordum ama bir türlü yüzünü seçemiyordum. Neden arkamdan gelmemişti epey uzaklaşmıştım gelmesi gerekirdi ama gelmemişti.

Şu an kaçabilirdim.

Bunu yapabilirdim, ama yapmadım.

Kabullenmiştim, ne kadar uzağa gidersem gideyim beni bulurdu.

Kaldırımın üzerine oturduktan sonra başımı kaldırıp öylece gökyüzünü izlemeye başladım. Yabancı olan bir arabanın bulunduğum yerde durduğunu, etrafı aydınlatan ışıktan anladım. Gözlerim karanlığa alıştığı için, bir anda aydınlık olunca ağrımaya başlamıştı. Aracın içindeki lambadan dolayı içindekileri net bir şekilde görebiliyordum. İçinde orta yaşlarda saçının bir kısmında aklar olan adam, yanında yine orta yaşlarda bir kadın görünce karı koca olduklarını anlamam uzun sürmedi.

"Kızım bu saatte neden burada oturuyorsun?" Kadının sorduğu soru üzerine ayağa kalkıp gülümsedim. "Şey.." diye açıklama yapacağım sırada ne söyleyeceğimi bilmiyordum alt dudağımı kemirmeye başladım. Ne söylemem gerekiyordu? Belki de onlara güvenebilirdim hiç tehlikeli birilerine benzemiyorlardı aksine çok sevimlilerdi. İçimden bir ses ne geliyorsa kaçtığın için başına geliyor dedi. Uzaktan Yiğit'e baktım ama hiçbir şekilde yüzünü göremiyordum. Muhtemelen bana bakıyor olmalıydı. Arabayı görüyorsa neden yanıma gelmiyordu? Belki de beni denemek istiyordu.

YARALI SERÇE Where stories live. Discover now