10

149 17 19
                                    

Kapısındaki yoğun önlemler ile içeridekilere güven veren, üst düzey iş adamları ve siyasetçilerin sadece rezervasyon ile gelebildiği, kurumların, şirketlerin, insanların kaderine karar verilen sofralarda kelli felli, iyi giyimli adamların oturduğu restoranda tecrübeli siyasetçi ile buluştu Sait Ünlüer. Loş ışıklandırması ile birbirine uzak mesafelerle yerleştirilmiş az sayıda masadan birinde oturanların diğer masalarda oturanlar tarafından pek iyi seçilemediği, fotoğraf çekmenin kesinlikle yasak olduğu, katı kurallara sahip bu mekanda daha önce bakanlarla, müsteşarlarla, milletvekilleri ile yemek yemişti. Bu masalarda büyük vurgunlara karar verilirdi, ihaleler alınır, projeler el değiştirirdi. Kimi zaman suçsuz bir insanın mahkumiyet kararı çıkardı, kimi zaman suçlunun beraati.

Sait bey, bir saat önce üst bedeni kendisinden önce kapıdan girdiği halde bacaklarını garip bir çeviklikle hareket ettirerek gelip karşısına oturan adama baktı. Sözleştikleri saatten en az yarım saat sonra gelmek adetiydi. Geçmiş hükümetlerde kısa sürelerde ifa ettiği bakan yardımcılıkları ve müsteşarlıklar onu bir önceki kabinede bir bakanlığın koltuğuna oturtmuştu. Daha sonra revizyonda bakanlık elinden gitmişti lakin kabine revizyonundan hemen sonra gelen erken seçim imdadına yetişmiş, bakanlık olmasa da, meclisteki milletvekilliği koltuğunu ona geri kazandırmıştı.

Şimdi o adam, silip süpürdüğü ikinci tabağın ardından bir yandan içkisini yudumluyor bir yandan da sanki çok ağır bir iş yapıyormuş gibi suratını buruşturarak konuşuyordu.

"Sait kardeşim, senin iş biraz çetrefilli. Oğlanı yurt dışına atabilseydin dert mert kalmayacaktı ama beceremedin. Mevzu daha ikinci günden tivittır mıdır ne zıkkımdır ona düşmüş. Bizim bakan hanıma gelen tepkinin haddi hesabı yok. O gazeteci de Halit mi ne boksa... Vallahi bıktım kardeşim, bu tivıt denen zıkkımdan da, bu her halta burnunu sokan gazetecilerden de bıktım."

Bardağını yapmacık bir sıkıntıyla masaya koydu adam. Çoktan gevşettiği kravatın bağ kısmını biraz daha aşağı indirdi, yeniden bardağa uzandı. Daha bir kaç saniye önceki hareketi yapan o değilmiş gibi devam etti. Elinden geleni yapmış ama karşısındaki adamın beceriksizliği yüzünden bütün çabaları boşa gitmiş birinin üstün tavrı ile konuşuyordu şimdi.

"Komisere el attık, savcıya el attık. Ama istim üstündeyiz Sait kardeş. Artık söz konusu olan siyasi itibarımız. Ben şahsen artık böyle püsürlü işlere girmek niyetinde değilim. Rüzgar terse dönerse nereye savrulacağımız belli olmaz. Ben temkinli adamım, bu kadar sene itin köpeğin karşısında ayakta kalmak kolay değil. Ama sen bizim sevdiğimiz bir kardeşimizsin, tabii ki seni biçare koyacak değiliz. Senin oğlun, bizim oğlumuz. Son bir kez neler yapacağımıza bir bakarız. Merak etme sen"

Daha önce yaptıkları görüşmelerde avantasını sağlama almak için kendisiyle bir imparatorla konuşurmuş gibi ihtimamla konuşan, iltifat eden adama baktı Sait Ünlüer. O zamanlar kendisi aslan, bunlar sırtlandı. Şimdi aslan yaralı düşmüştü, belki ölmek üzereydi ve sırtlan bir kaç metre uzakta durmuş dişlerini gösteriyordu. Aslanın ise takati kalmamıştı, ya sırtlana yaltaklanıp yardımını dileyecek ya da gururundan ödün vermeden ölümü bekleyecekti.

Sait Ünlüer için ormanın kralı olmak, gururundan önemliydi. Gururunu ve onurunu çocuklarına söylediği kadar önemsiyor olsa şimdi bulunduğu konuma zaten gelemezdi. Çok pislik görmüştü, çok pisliğe bulaşmıştı, çok pislik temizlemişti. Şimdiye kadar temizlediklerinin yanında kendi pisliklerinin esamesi bile okunmazdı. Lakin bu kez pabuç pahalıydı, holding bünyesindeki markalara her gün çarşaf çarşaf boykot çağrısı yapılıyordu, satışlar gözle görülür şekilde azalmış, çalıştığı şirketler çok hevesli oldukları ortaklık anlaşmalarının devamına şimdi çekimser bakar olmuşlardı.

BaharWhere stories live. Discover now