1

671 24 5
                                    

Ağzını kapatan eldeki parmaklar ani bir hareketle açılınca defalarca savurduğu ayağının bu kez doğru yere temas ettiğini anlamıştı genç kadın. Arkasındaki adam sendelemiş ama kolundaki tutuşu gevşetmemişti. Tekrar çığlık attı. Kolunu hızla çekip kurtardı. Neden kimse yardıma gelmiyordu?

Uzakta bir yerde bir telefonun melodisi çalındı kulağına. Araba... Issız yolda önlerinde aniden duran, daha önce defalarca kez gördükleri arabadan geliyordu ses. Etrafına baktı. İki adım gerisinde doğrulmaya çalışan gencin farların ışığından kaynaklı gölgesi vurmuştu sık çalıların üzerine. Onun biraz gerisinde de kendi gölgesi. Çalan telefona doğru koşarken aklında o imge vardı. Kendi gölgesi.

Fakat iki adımdan fazla atamadı, ayak bileklerinden tutan kuvvetli eller onu çekip dengesini bozdu. Yere düştü.

"Kaltak!" dedi ses.

Genç kadın bir yandan bileğindeki elden kurtulmak için çırpındı bir yandan ayağa kalkmak için. Sert düşmüştü, dizleri acıyordu, hatta kanıyordu belki. Nefesi kesilmişti. Kasıklarına yakın bir noktaya isabet ettirdiği o tekmeden sonra adamın bu kadar çabuk toparlanmasını beklemiyordu. Fakat yediği tekmenin sebep olduğu can acısı daha da öfkeli yapmıştı adamı, iki eliyle genç kadını iki ayak bileğini kavramış, hızla çekmişti.

Sert düşüşün etkisiyle nefesi kesildi. Bacaklarının soyulan derisinin acısıyla inledi. Bir an sonra ayaktaydı adam, karnına bir iki tekme savurmuştu. Bu kez bu acıyla iki büklüm oldu. Bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. Şimdi başkası değil, kendisi bile duymuyordu kendi sesini.

Başka bir ses duydu. Başka bir çığlık.

"Delirdin mi sen! Bırak beni! Bırak dedim!"

Bir an sonrası kan donduran bir haykırış. Cehennemden geliyor gibi boğuk, acı dolu haykırış. Gözlerini daha fazla açık tutamadı. Onu tutan ellerden kurtulmuş gibi rahatlamıştı bedeni. Kocaman, siyah bir boşlukta uçuyor gibiydi.

............

Küçük, şirin kafenin kapıya en uzak masasında eğilmiş notlarına göz atan sarı saçlı genç kadın eliyle yüzünü yelpazelerken başını kaldırdı. Saatlerdir notlara bakmasından mı yoksa evde unuttuğu güneş gözlüğü yüzünden bütün gün gözlerini kısmak zorunda kaldığından mıdır bilemiyordu ama etraf biraz bulanık göründü bir kaç saniyeliğine.

Görüşü normale dönünce kafasını çevirdi. Esma abla, ki kafeye gelen bütün öğrencilerin ablasıydı, üç masa ileride oturmuş, kollarını bağlamış, uzaklara dalmıştı.

Bahar gülümsedi. Okula başladığından beri arkadaşları ile gelirlerdi bu kafeye. Esma abla ara ara dalardı böyle. Bir gün incitmekten korkarak ama yine de merakını yenemeyerek şakayla karışık sormuştu.

"Nerelere daldın yine Esma abla?"

Ufak tefek, biraz kilolu, kısa, kahverengi saçlarının arasında yeşil tutamlar olan güleç yüzlü, cıvıl cıvıl bir kadındı Esma. Zaten dalıp dalıp gitmesini bu yüzden garip bulurdu Bahar. Dalıp gittiğinde yüzü hüzünle kaplanır, gölgelenirdi.

Bahar'ın sorusunu duyunca ona dönmüş, bir süre boş boş bakmıştı kadın. Sonra aniden gülümsemiş "Amaan, dalmışım işte. Eskiler" demişti. Bahar üstelememişti ama merakı hep içindeydi.

Şimdi yine dalıp gitmişti Esma. Bahar bu kez de sormadı bir şey. Kendi haline bıraktı kadını. Gözlerini ovuşturdu. Çantasına eğilip sabah evden çıkarken attığı tokayı bulmak için elini daldırdı.

"Off nerede bu toka! Bir kere de asıl lazım olan şey gelsin elime!"

"Senin çantan dipsiz kuyu be güzelim. İçine beni koysan zor bulursun, nerede kaldı toka"

BaharWhere stories live. Discover now