Bölüm 55; HALA ADIMI SORMADIN? KABALIK EDİYORSUN!

Start from the beginning
                                    

"Bu ormanda ne var Lulu?" diye sordu Jakaranda. Lulu derin bir nefes aldı ve "Bir gulyabani." dedi. "Annelerin yaramazlık yapmasınlar diye çocuklarını korkutmak için anlattığı gulyabani mi?" dedi garipser bir şekilde. Lulu başını sallamakla yetinmişti. "Harika!" dedi Jakaranda. "Önce Kara Köpek, şimdi de bir gulyabani!"

"İstemiyorsan gelme pislik herif!" diye bağırdı Lulu. "Sana zorla benimle gel diyen mi var?! Kılınızı kıpırdatmasanız bile abimin peşinden gideceğim tamam mı?! Çünkü sürekli aptalca şeyler yapmaya devam ediyor! Sürekli ama sürekli kendi canı hiç kıymetli değilmiş gibi davranıyor! İçeri gireceğim ve onu oklarımdan birisiyle vurup dışarı kadar yerde sürükleyeceğim tamam mı?! O aptal Nico da diğerleri de umurumda değil! Siz gelemseniz dahi umurumda değil! Yalnız gidiyorum işte!!"

"Tamam tamam bağırmayı kes! Geliyorum!"

Lulu bağırırken yumduğu gözlerini açtı ve Lupi'yi sağında, Jakaranda'yı solunda buldu. Söylediği onca sözün aksine içi biraz olsun huzurla dolmuştu. Koşmaya başladılar ve böylece herkes Yeşil Gök Ormanı'na girmiş oldu.

Evan, Daniel, Amasia ve Yume; Nico'yu bulabilmek için var güçleriyle koşturuyorlar, bir yandan da boğazlarını yırtarcasına onun adını bağırıyorlardı. "Nico'nun bu kadar hızlı koşabildiğini sanmıyorum Evan!" dedi Daniel. "Şimdiye ona yetişmemiz lazımdı, bu ormanda bir terslik var!"

"Kesinlikle öyle, şu ağaçların tipine baksanıza hepsi yamuk yumuk"

Amasia, Yume'ye dönüp "Bu mu dikkatini çekti gerçekten yani!" dedi.

Daniel, "Size daha garip bir şey göstereyim o zaman." diyerek parmağıyla yukarıyı işaret etti. Ağaçların bittiği yerden itibaren yemyeşil bir gökyüzü başlıyordu. İşin daha garip olan kısmı ise bulutların da koyu bir laciverte bürünmesiydi.

"Yuh!" diye bağırdı Yume. "O ne biçim gökyüzü olmuş öyle ya!"

Yume, bakışlarını tekrar yere indirdiğinde Daniel'in saçlarını gördü ve bir çığlık attı. "Dani!! Saçların!! Saçların siyah olmuş oğlum!!"

Daniel kendi saçını görmeye çalışmakla uğraşırken birbirlerinin yüzlerine baktılar. Hepsinin saç ve göz rengi değişmişti. Amasia'nın bembeyaz saçları ve yeşil gözleri, Yume'nin kıpkırmızı bir kafası ve mavi gözleri olmuştu. Evan'ın ise cırtlak mor bir saç rengi ve turuncu gözleri vardı. Bu da yetmezmiş gibi ten renkleri de bozulmaya başlamıştı. Daha onun şaşkınlığını yaşayamadan her bir ağacın farklı garip bir tona değişip durmasıyla gözleri yorulmuştu ki bir anda her şey eski haline döndü. Ama gökyüzü hala yeşildi.

"Sanki bizimle dalga geçiyor!" dedi Daniel.

"Sinirlerim bozuldu gerçekten!" diye bağırdı Yume. "Bırakın yakayım şu ormanı!"

Amasia elini Yume'nin omzuna koydu ve "Sakin olun!" dedi. "Bir an önce Nico'yu bulup buradan çıkmamız lazım! Ben ormanın ne kadar büyük olduğuna bakıp geleceğim!"

Bir hareket büyüsü kullanıp her zaman yaptığı gibi ağaçların tepesine doğru uçtu. Evan başını kaldırıp "Amasia!" diye seslendi ama geç kalmıştı. "Birbirimizden ayrılmamızın hiç mantıklı olduğunu sanmıyorum."

Başını tekrar indirdiğinde Daniel'i ve Yume'yi göremedi. Başını iki yana hızla çevirdi ama kimse yoktu. Arkasını döndü ama nafile, tek başına kalmıştı. Eliyle saçlarını karıştırdı ve iç çekti. "İşte bundan bahsediyordum."

"MERHABA."

Evan korkuyla arkasını döndü. Karşısında iki metreye yakın boyuyla upuzun bir kadın vardı. Açık mavi bir teni ve neredeyse beyaz denecek kadar açık gri gözleri vardı. Simsiyah saçlarını arkasında toplamıştı. Kollarını açıkta bırakan bir elbise giyiyor, uzun bacakları elbisenin yırtmaçlarından dışarı fırlıyordu. Evan kılıcını çekti ve kadına doğrulttu. Kadın elini ağzına götürüp kıkırdamıştı.

DEMİR BAĞLAR - SİS (tamamlandı)Where stories live. Discover now