Sende ihanet, bende matem kalacak.

Start from the beginning
                                    

"Söz verdim. Lakin, bazı sözler tutulmuyor Thomas." Kaşlarımı çatmış ona bakıyordum. "Korkma diyorsun fakat en çok sen korkutuyorsun beni. Sana bir şey olacak diye ödüm koptu." Titreyen dudağına naif bir öpücük bıraktım. Onun yaptığı gibi, burnumu boynuna gömerek içime çektim çiçek kokusunu. Boynunu, içimi çeke çeke öptüm. "Uyandığın günden önce, iki gündür uyuyordun." Özlem kokuyordu cümleleri.

"Canım acımıyor. Sarıl bana, sıkı sıkı sarıl." dediğim an boynuma kollarını dolayıp sımsıkı sarıldı. "Kaçma fikrinde oldukça ciddiyim Umut. Benim yüzümden, dikkatsiz davranışlarım yüzünden başımız belaya girmesin." Ayırdı kollarını, dikkatle yüzüme bakmaya başladı. Dün olduğu gibi, hüzün geçti gözlerinden.

"Nasıl kaçacağız Thomas? O da tehlikeli."

"Sevgilim. Yapacağız, korkma. Lütfen korkma." dedim. Başını sallayıp alnını alnıma yasladı. Elini enseme atıp dudaklarımızı birleştirdi. Uyumla hareket eden dudaklarımız nefessiz kalmamıza rağmen ayrılmıyordu. Umut, öyle bir öpüyordu ki sanki bir daha öpemeyecek gibiydi. Soluk soluğa ayrıldığımızda gözlerini kapatmış, nefesini düzene sokmaya çalışıyordu.

"Thomas seni çok seviyorum, çok seviyorum." dedi.  "Ben de seni," diye fısıldadım.

"Gitmeliyim şimdi. Geleceğim." Dedi. Cevabımı beklemeden aceleyle çadırdan dışarı çıktı. Tuhaflık vardı onda. Anlam veremediğim bir tuhaflık. Zira, öperken bile veda eder gibiydi bana. Kaşlarımı çatmış, yavaş hareket ederek yatağımdan çıkmaya çalışıyordum. Veda etse bile, neden veda edecekti ki?

Göğsüme kadar sargıyla kaplı bedenime, ceketimi atarak hızla yürümeye başladım. Ağrım olmasa bile kendimi zorlamamalıydım. Zira, acı yavaş yavaş kendini belli etmeye başlıyordu.

Çadırımdan çıkmış, hastane çadırlarına doğru ilerliyordum. Zaten hızlı birkaç adımımdan sonra, önümde yürüyen sevgilimi görmüştüm. Yürürken dağınık saçları savruluyordu. İçim gidiyordu, sevdiğim adama içim öyle bir gidiyordu ki... Derin bir iç çekerek takip etmeye devam ettim. Hastane çadırlarından birine girdi. Ben de ilerlemeye devam ederken, o çoktan kızımızın elini tutarak çıkmıştı çadırdan.

"Umut!" diye seslendiğimde şaşkınlıkla dolu bakışlarını çevirmişti bana. Sayem de beni görür görmez olduğu yerde sevinçle zıplamaya başlamıştı. Adımlarımı hızlandırmış, yanlarına ulaşmıştım nihayet.

"Thomas neden geldin? Dinlenmen gerekli." Telaşıydı sesi. Gözleri etrafta turluyor, benimkilerle buluşmakta zorlanıyordu.

"Umut, neler oluyor?" Sorumla afallamıştı. Yutkunarak gözlerini kırpıştırdı. Bir şeyler vardı. Ve ben, ne olduğunu işitene kadar içim sıkıntıyla dolmuştu bile.

"Bir şey olduğu yok. Sayem'in canı sıkılmasın diye yürüyüş yapacaktık." Sayem de cümleyi anlamamasına rağmen başıyla onaylamış, ardından bacaklarıma kadar gelen boyuyla sarılmıştı bana. Daha doğrusu bacaklarıma sarılmıştı.

"Ben de size katılayım o halde. Sayem. Özledin mi beni?" Küçücük gözleri kısılmış, anlamadığı için kaşları çatılmıştı. O kadar sevimliydi ki kızımız karşısında adeta eriyordum. Elimi uzatıp tutmasını bekledim. Bir eliyle benimkini kavramış, diğer eliyle de Umut'un elini tutmuştu.

"Thomas bize katılamazsın, dinlenmelisin." Israrla onlarla gidemeyeceğimi söylüyordu.

"Umut. Sevgilim. Bir şeyler oluyor. Söyle bana. Neler olduğunu söyle." Gözlerini kaçırdı. Sayem de o sırada ellerimizi çekiştirdiği için ilerlemeye başladık.

"Bir şey olduğu yok. Seni düşünüyorum, dinlenmen gerekli." Cümlelerinin doğru olduğunu hissedemiyordum. Veyahut, bugün fazla tedirgin davranıyordum. Üstelemedim. Ağacımızın da olduğu ormanlık alana gelmiştik. Sayem, elini ayırıp özgürce koşmaya başladı.

"Umut," diyerek başladığım cümlemi mavi gözlerindeki hayal kırıklığını görmemle devam ettiremedim. Öyle bir bakış görmemiştim gözlerinde. Çaresiz, kırık en çok da pişmanlıkla doluydu.

"Thomas Townshend." Bir Umut'umun aksansız İngilizcesi tanıdıktı bana. Şimdi, bir başkası onunkine benzer İngilizcesiyle ismimi telaffuz ediyordu. "Elleriniz Teğmen," dedi aynı, yabancı ses. "Arkanızda birleştirin."
"Elleriniz Teğmen," dedi. "Birini öldürmüş olmasına rağmen çok güzeller."

Kalbim ağrıyordu. Sanki kurşunu çıkardıkları anki acıyı hissediyordum. Canım yanıyordu. "Teğmen Thomas, dizlerinizin üzerine çökün." Yaralıydım zaten. Hiçbir şey yapamazdım ki. Bana çok şey yaptılar ama, diyemedim.

Hayal kırıklığıyla dolu, kızarmış gözlerimi onun mavilerine kilitledim. Onunkilerde de bir burukluk vardı. Özür diliyor gibiydi. Geçmez. Dizlerime kapanıp özür dilesen de geçmez. Çaresizce dizlerimin üzerine çöktüm.

Tam karşımda, gözlerime bakmamak için direnen Umut'un yanına üniformasından yüksek rütbesi olduğu anlaşılan birisi yaklaştı. Omzuna dokunarak pat patladı. "Zor bir görevdi Ahmet Umut. Tebrikler." Kendi dillerinde bir şeyler söylemişti ona. Ne dediğini anlamasam da tahmin yürütmek hiç de zor değildi. Teşekkür ediyordu sanki. Zaten onun olan yüreğimi aldı ayaklarının altına acımasızca ezdi. Bırakmadı yürek. Dayanmadı ki kalbim zaten, bıraksa ne olurdu ki?

Gözleri, saniyelik gözlerime değdiğinde arkasına döndü. Benim içimin acıdığı gibi onun da acımıştı belki, bilemiyordum. Omzuma aniden sertçe dokunan elle bağırmamak için kendimi zor tutsam da ağzımdan kaçan inlemeyi bastıramadım. Yaralı olan omzuma baskı uygulayan eli, başka bir el uzaklaştırdı.

"Yaralı." dedi iliklerimi titrecek, çatallı sesiyle. Gözlerindeki hüzün içimi parçalasa da benim yüreğimin yanındaki hüznün yanından bile geçemezdi. Kocaman bir yara açmıştı içimde. Kapanmayacak, günler geçtikçe daha da büyüyecek bir yara.

Yanıma rütbesi olanın işaretiyle birkaç asker gelip ellerimi arkamda birleştirerek bağladı. Sessizce teslim ettim kendimi. Ne harfleri birleştirecek takatim vardı ne de direnecek gücüm. Almıştı hepsini. Zaten ona ait olan her şeyi alıp götürmüştü. Beni bile bırakmamıştı bana. Acımasız mıydı bu kadar, yoksa doyumsuz muydu kendimi bile bana bırakmayacak kadar.

Ayağa kaldırdılar beni usulca. Onlar komut vermese hiçbir şey yapamıyor vaziyetteydim çünkü. Keşke, dedim. Keşke ölseydim. Zaten, ben onun için de ölüp bitmiyor muydum? Keşke, dedim bu defa. Keşke gelmeseydim de çadırımda uyusaydım. Zaten, ben hep ona gelmiyor muydum?

Durmuyordu gözlerimdeki yaşlar. Durmadan akıyordu. Sarsılan omuzlarım da onlara eşlik ediyordu.

Ben, Thomas Townshend. Kendi savaşımda, kendime mağlup olmuştum.

---

Yazarken ellerim titredi bi an. 😣
Finale var biraccık bitmedi dahaaaa.
Umuttan beklemiyodunuz dimi.
Şunu da söylemeden geçmiyim, Umut teğmene casus olduğu için yaklaşmadı. Onu gerçekten seviyor.
Cephaneleri çalan kişi de Umut bu arada.
'Deli Mustafa' bölümünde umut çok tepki göstermedi denilmişti. Bir dahaki bölümde bahsedeceğim ama komutan, Umut deşifre olmasın diye Mustafa'yı gözden çıkarmıştı. Umut niye çok üzülmedi şimdi oturuyor mu bişiler?

Sorularınız varsa buraya alayım.

Yazara sövgülerinizi de buraya alayım. Sövmeyin ama.

Üzdüm sizi amaaa seviliyorsunuz yahuu! 💞💞😍

UMUT |bxb|Where stories live. Discover now