Umudunu yitirmek

3.7K 345 431
                                    

Yazarken çok heyecanlandım, şu an atarken de öyle düzenlemeden falan atıyorum. O yüzden şimdiden hatalarım varsa affola. İyi okumalar. 😚💞

Medya da aşağıda geçen Plevne marşının sözsüz versiyonu.

---

Sıcaktı hava. Lakin buz tutmuş bedenimi ısıtmaya yetmiyordu sıcaklığı. Ruhumu eritiyor, bedenimi teğet geçerek ısınmasına mani oluyordu.

Birkaç askerle birlikte tepelere ulaşmaya çalışıyorduk. Yüzbaşı da gelecek, onun emriyle saldırıya geçecektik. O gelene kadar da siper kazmaya başlanacaktı. Cephede olduğum vakitler boyunca savaşı tamamiyle unutmuştum. Savaşın varlığını asıl şimdi, bizzat içindeyken tam manasıyla anlıyordum.

"Teğmen, havalar ısınınca denize girmemize izin olur mu?" Diye sordu hemen arkamdaki asker.

"Şu tepeyi almayı başaralım, elbette yüzmenize izin vereceğiz." Cümlemi tamamlar tamamlamaz derin bir sessizlik oldu. Konuşma geçmedi aramızda lakin sessizliğin manası büyüktü.

"Tabi sağ çıkarsak Teğmen." Birisi bıçak gibi kesti sessizliği. Zira o sözleri söylemese de sessizlik anlatıyordu zaten.

Kurak arazideki topraklarda koşarak gelen çavuş, sürtünen ayakkabısının sesiyle metrelerce öteden fark ediliyordu. Onu ne zaman görsem nefes nefeseydi. Yine, bir haber getirmiş olacaktı ki koşmuş ve yine nefes nefese kalmıştı.

"Teğmen Thomas," dedi kesik kesik nefes alıp verirken. "Adam başı ne kadar merminiz var?" diye devam etti şapkasını düzeltirken.

"Yirmi." Dedim fısıltıyla.

"Yirmi?" Gözlerini büyüterek bakıyordu çavuş. "O zaman cephane getirene kadar siper kazmalısınız. Yüzbaşı da geliyor." Hala kesik kesik alıp verdiği nefesini düzene sokmak için olsa gerek taşa oturmuştu.

"Alman mısın?" dedim bakışlarımı çavuştan ayırmadan. Aşk sarhoşluğundan olsa gerek bazı şeyleri rafa kaldırmıştım. Mesela şüphe duyduğum bu çavuşla konuşmayı, Umut'u dövdükleri için çavuşu dövmeyi bir süreliğine rafa kaldırmıştım.

Derince bir soluk aldı. "Aslında," derken burukça gülümsüyordu. "Annem Almandı. Babam Avusturalyalı. Evlilik dışı doğan bir çocuğum. Annem büyütmüş beni, beş yaşıma kadar. İsmimi o vermiş, her şeyimle o ilgilenmiş. Beş yaşıma geldiğimde ölmüş. Babam ilk zamanlar beni istememiş lakin, sonradan bu yaşıma kadar o büyüttü beni. Minnettarım ona." Elleriyle gözlerini kuruluyordu. Nitekim gözlerinin içi de kızarmıştı. İçimde bir burukluk oluşmuştu. Elimi omzuna koyup sıktığımda ıslak gözlerini bana çevirdi.

"Üzgünüm." Diyebildim sadece. Hüzünlü zamanlarını aklına getirdiğim için sadece üzgünüm diyebilirdim.

"Sorun yok Teğmen. Ben biraz sulu gözüm." Gülümseyerek ayağa kalktı. Sonra yine koşmaya başladı.

İçime bir hüzün dolmuştu. Nitekim sıcak havanın ısıtamadığı bedenim, bu hüzünle birlikte titremişti. Her ne kadar birkaç cephede görev almış olsam da gerçekten savaş olduğumuzu yeni hissediyordum. Buradayken hissediyordum.

Askerler siper kazmaya başlamıştı. Ben de oturmuş, tepenin aşağısında dönen şeylere bakıyordum. Gemilerden cephanelikler hala taşınıyordu. Askerler karınca misali görünürken bir koşuşturmaca içindeydiler. Gerçekten de ciddi bir savaşın içindeydik. Savaştaydık.

Yüzbaşının bedeni görüş alanıma girer girmez olduğum yerden kaçma hissiyatıyla doldum. Nefes aldığı yerde zerre bulunmak istemiyordum. Keşke düşman askeri olsaydı da öldürsem diye içimden binlerce kez geçirsem de birini öldürmek o kadar basit değildi. Kolay atlatmıştım. Belki de alışmıştım, kim bilir.

UMUT |bxb|Where stories live. Discover now