Her şeyiyle deva bana.

3.9K 361 238
                                    


--

"Acele edin! Acele edin!" Çavuş, yeni gelen erlere ve cephaneyi taşıyanlara gür sesiyle emirler yağdırıyordu.

Haftalar geçmişti. Mart ayının sonuna gelmiştik. Günler, o kadar hızlı geçiyordu ki hiçbir şey anlayamıyordum. Umutla ağacımızın orada buluşuyor, bazen oturup vakit geçiriyor bazen de kısa yürüyüşler yapıyorduk. Bir de birbirimize daha çok sevgilim diye hitap ediyorduk. Onun hakkında daha çok şeyler öğreniyordum. Her gün onla ilgili bir şey öğrenmek ona giderkenki heyecanımı ikiye katlıyordu. Yüzbaşı ise aynı soğukkanlılığıyla imalarına devam ediyordu. Hatta birkaç gün beni yanından ayırmamış, hiçbir yere göndermemişti. Bilerek yaptığına emindim.

Gemilerden taşınan cephanelere dikkatle bakarken işime odaklanmış görüntüsü vermeye çalışıyordum lakin aklım bambaşka yerlerdeydi. Zira her zaman olduğu gibi bir an önce Umut'a gitmek istiyordum. Yeni gelen, yüksek rütbeli subayların varlığı bir araya gelmemizi daha da zorlaştırıyordu. Çok dikkatli olmalıydık.

"Kraliçe Elizabeth'in güvertesinde Hamilton bizi izlesin. Burada gecelerce uykusuz kalalım biz." Yüzbaşı sitemle konuşmaya başladığında dikkatim dağılmış, benimle birlikte diğer bakışlar da onun üstünde toplanmıştı. Bu adam, sadece bana ve babama değil kimseye sataşmadan duramıyordu.

"Birdwood haklı bir nevi. Hamilton buraya gelemiyor bile! Oradan işleri yürütmesi kolay sanıyor." Yüzbaşının fikrine katılan başka bir subay da sitem ediyordu.

"Beyler! Şimdi tartışma zamanı değil, sadece işinize odaklanın." dedi adını bilmediğim albay. Onun konuşmasından sonra sessizlik oldu. Cephaneler taşınmaya devam ederken teğmenler askerleri peşlerine takıp siper kazdırmaya götürüyordu. Albay ve diğerleri de çadırın içine giderken yüzbaşı dışarda beklemişti.

"Teğmen Thomas." dedi hınzırca gülümserken. Kaşlarımı çatarak söyleyeceği şeyleri beklerken eliyle silahını yokladı. "Teğmen." diye fısıldadı bu kez. Ne yaptığına anlam veremiyor, hareketlerini kestiremiyordum. "Seninle aynı rütbeli olanlar askerleri alarak ölüme koşuyor." dedi parmağıyla tepeleri işaret ederken. "Generalin oğlu olduğun için diğerlerinden farkın var." dişlerini sıkarak konuşuyordu.

Kaşlarım çatılı, Birdwood'un söylediklerine mana yüklemeye çalışırken iri elleriyle üniformamın yakalarından kavrayıp bedenimi itti. Şaşkınlıkla ona bakarken beklemediğim bu hareketi karşısında bir iki adım geri sendeleyip dengemi sağlayamadığım için düştüm.

"Hastasın sen." dedi. Sesi yüksek çıkıyordu lakin bağırmıyordu da. Oturur vaziyette şaşkınlıkla ona bakarken bedenime yaklaşıp kulağıma fısıldadı, "Bir erkeğe aşık olacak kadar hastasın." Nefesim kesilmişti. Soluk alıp veremiyordum. Sadece işittiğim kelimeleri algılamak adına bomboş bakıyordum. Yüzbaşı, her şeyi biliyordu. İtiraz etmeliydim, karşı çıkmalıydım lakin dudaklarım aralanmıyor, kelimeler bir türlü dökülmüyordu. Kalakalmıştım.

Eliyle yokladığı silahını çıkararak şakaklarıma bastırdı. Kasılan çenesi, birbirine bastırdığı dudaklarıyla kendini zor tuttuğu o kadar belliydi ki yüzbaşının bu halinden korktum. Gözü dönmüş gibi bakıyordu. Daha çok bir şeylerin hırsını almaya çalışıyor gibiydi.

"Seni öldürsem ne olur Teğmen Thomas? Kimse görmezse hiçbir şey olmaz." Etrafa bakındıktan sonra aceleyle silahını beline yerleştirdi. "Lakin bir hastayı öldürmek yerine tedavi etmek lazım. Değil mi?" Kaşlarını havalandırmış, öfkeyle suratıma bakıyordu. Hala ne söylediğini algılayamıyordum. Beynim durmuştu sanki.

"Ne-ne saçmalıyorsun?" Diyebildim sadece. Zira şu an neler olduğunu görebiliyordum lakin ne olduğunu idrak edemiyordum.

"Seni iyileştireceğim Teğmen Thomas." Yüzüne abartılı bir gülümseme yerleştirip o da çadıra doğru ilerlemeye başladı. Yüzbaşı her şeyi biliyordu. Gerçeklik yüzüme tokat gibi çarparken yeni yeni algılamaya başlıyordum. Bilincim şimdi açılmaya başlamış, sözlerinde mana aramaya şimdi başlamıştım. Umut'u sevdiğimi biliyordu. Zira, ikimizin arasında bir şeyler olduğunu biliyordu.

UMUT |bxb|Where stories live. Discover now