20.Bölüm

837 29 0
                                    

1 Ay Sonra

Şehzade Ömer'in günler geçtikçe vaziyeti daha beter bir hal alıyordu. Karın ağrısından kıvranıyordu. Hatunun verdiği zehir sebebiyle 1 ay içerisinde 2 defa mide kanaması geçirmiş, hekimler son anda muhaffak olmuşlardı. Handan Hatun gün ve gün vicdan azabı çekmekten ağlıyordu. Onun vaziyetinin müsebbibi oydu zira. Sevdiği adamı öldürüyordu.

Şehzade Ömer sancağında yine rahatsızlanmıştı lakin bu kez daha beterdi. Veba kapmıştı... Veba yüzünden takatten düşmüş her yeri yara bere içerisinde kalmıştı. Nefes nefese dairesinde öksürüyordu, öksürmekten gözleri kıpkırmızı kesilmişti. Daha fazla dayanamadan yere yığıldı. Dili kan toplamıştı. Bekir Ağa daireye girdiğinde şehzadeyi o vaziyette görünce hemen bağırdı:

"Ferhat Ağa! Hekim başını çağır hemen! Şehzademiz ölüyor!"

Ferhat Ağa bir telaş ile çıktı daireden hemen. Bekir Ağa şehzadeyi yatağına yatırıp beklemeye başladı hekim başını. Terden saçları sırıl sıklam olmuştu şehzadenin. Benim bası gelince hemen müdahale etti:

"Ağalar çıkın dışarı. Şehzademiz veba kapmış. Eğer burada bir hal çaresine bakamaz isek payitahtta götürmeniz icap eder."

Bekir ve Ferhat Ağa daireden dışarı çıkıp beklediler. Epey vakit geçmişti lakin kimseden ses soluk yoktu. Handan Hatun yine zehri vermek için şehzadenin dairesine girecekti ki ağalar kapıdaydı:

"Ağalar? Niçin kapının önünde bekliyorsunuz?"

"Şehzademizin vaziyeti epey kötüleşti hatun. Veba kapmış şimdi de. Eğer burada muhaffak olmazsak payitahtta götüreceğiz."

"Veba mı? Nasıl kapmış?"

"Bir malumatımız yok. Lakin, 1 aydır çekmediği hastalık kalmadi şehzademizin. Allah geçinden versin lakin bu vaziyet ölümü gösteriyor."

"Şehzademiz bununda üstesinden gelecektir. Ümidimizi yitirmeyelim. Dua edelim Allah bizi şehzademize bağışlasın."

Gözleri dolmuştu Handan Hatunun. Bu hale onu sokan oydu. En pişmanı en üzgünü de oydu. Ağlayarak kapının önünde sessizce bekliyordu.

Şehzade Cihangir ile Prenses İdil Manisa sancağında rüya gibi bir hayat sürüyorlardı. İdil artık nikahlandıkları için bir prenses değil, bir sultandı. Baş Haseki olmuştu kısa bir sürede. Gebeydi hatta. Onlar sıhhat ve saadet içinde yaşıyorlardı. Haremdeki cariyeler arasındaki boş rekabeti İdil Sultanın gölgesi söndürüyordu. Cihangir ile bahçede dolaşıyordu İdil Sultan:

"Manisa Epey güzel bir memleket Şehzadem. Gün ve gün buraya ve size daha çok bağlanıyorum."

"Bende aynı hisler içerisindeyim. Allah bir de senden bana bir şehzade bahşeder ise benden daha mutlusu olamaz bu cihanda."

"İnşallah Şehzadem. Bir gün tahta çıktığınız da tüm cihan görecek. Bu cihanın tek bir sahibi var o da Sultan Cihangir Han."

Tebessüm ederek öptü kocasını İdil Sultan. Keyifle yürüyüşlerine devam ettiler kaldıkları yerden:

"Bir gün Şehzadem ile has bahçede kılıç sallayıp talimler yapacağız. Ok atacağız, mangala oynayacağız. Ben babam gibi olmayacağım İdil. Onun gibi şehzadelerin arasında ayrım yapmayacağım. Çocukken babam her daim Selim ile ve Bayezid ile alakadar olurdu. Sanki biz başka bir hanedanın şehzadeleriydik. Tamam Ömer kılıç kullanmayı istemiyor, Murat'da o vakitler çocuktu. Lakin ben hepsinden çok istiyordum birlikte talim yapmayı. Hâlâ onunla bir kez bile talim yapamadım..."

"Üzülmeyin Şehzadem. Hünkâr babanız sizden neyi esirgedi ise siz şehzadeniz ile bunların acısını çıkaracaksınız."

"İnşallah Sultanım..."

Tahtın Sultanı ~1 |TAMAMLANDI| Unde poveștirile trăiesc. Descoperă acum