2.Bölüm

3.6K 87 15
                                    

Simten Hatun yaka paça has odaya getirildi. Neye uğradığı şaşırmıştı. Hünkarın bu öfkesinin sebebi neydi? Bilmeden bir kusur mü işlemişti yoksa? Hemen ayağa kalkıp selam durdu. Daha ne olduğunu anlayamadan Sultan Mehmed'den bir silleyi yedi. Acıyla yere düşüp ağlamaya başladı.

Kayra istediğini alıyordu, onu acı içinde görüyordu. Hünkarın koynuna girmenin bedeli ağır olmuştu. İftira atacak kadar gözü kararmıştı. Mehmed Han çok öfkelenmişti. Uzun zamandır etrafında bir safevi hizmetkarı olduğunu hissediyordu. Safeviler ile Osmanlı yeniden çekişmeli bir döneme girmişlerdi çünkü. Kayra'dan bunları işitip kanıtları ile ona sununca öfkesi bir hayli yükseldi.

Bir tokat daha attı Simten'e. Sadece ağlıyordu hatun. Ne yaptığını bile bilmiyordu. Sultan Mehmed hırsla ağaya döndü:

"Ne zamandır bu cariyenin mektuplarını safevilere iletirsin gafil!"

"Son üç aydır hünkarım."

"Devletimin içine ve dışına fitne tohumları ekmek demek ha? Ağalar! Atin bu hatunu zindana! Gözüm görmesin seni Simten defol!!!!"

Kayra bıyık altından gülümseyerek Simten'e baktı. Simten gözyaşları ile feryad ediyordu:

"Hünkarın benim bir suçum yok yalvarırım yapmayın lütfen!"

Kapılar ardına kadar kapandıktan sonra hasodada Mehmed ve Kayra yanlız kaldılar. Mehmed'in omzuna basını yasladı Kayra:

"O hatun bir casustu Mehmed. Sen doğru olanı yaptın. Her şey devletimizin istikbali için."

"Geç oldu sen dairene dön ben biraz devlet meseleleri ile çalışacağım."

"Nasıl isterseniz hünkarım."

Eğilerek geri çekilir. Balkona cıktı Mehmed, yıldızlarla dolu gökyüzüne baktı. Aklına prenses geldi. Validesinin isteği üzerine Üsküdar sarayına gönderdiği prenses... Ilk karşılaştıkları anı hatırlayınca istemsizce tebessüm etti. Eğer onun hareminde olup onunla karşılaşsalardı her şey farklı olabilirdi belki. İstese olmaz mıydı hemen haremi? Olurdu ama yapamazdı. Başka bir devletin yöneticisi ile zinhar olmazdı.

Sonra aklıma birden Simten geldi. Konuşamayan, kendini bakışları ile anlatan Simten... Yüzü ay gibi parlak, yıldızlar kadar büyüleyici... Yarın kıyacaktı ama ona. Mehmed, her deminde böyle biri olmuştu. Doğru olanı yapmak, gereken cezayı vermek duygularından daha mühimdi. Merhametsizdi... Tıpkı babası gibi. Devraldığı bu saltanatın yükü çok ağır geliyordu genç padişaha.

Hidayet Paşa has odaya girdi eğilerek, birkaç aydır yapmak üzere oldukları sefer hakkında konuşmaya gelmisti:

"Hünkarım..."

"Gel Hidayet Paşa!"

"Hünkarım, sefer hazırlıkları bitmek üzere. Allahın izni ile en yakın vakitte sefere çıkacağız ve kafiri önümüzde diz çöktüreceğiz. Askerler civan gibi maşallah. Sefere çıkmak için bir hayli sabirsizlar."

"Âlâ. Allahın izniyle Alaşehir yeniden bizim olacaktır."

"Inşallah hünkarım."

"Çekilebilirsin Hidayet."

Eğilerek has odadan çıktıktan sonra, genç padişah masaya haritayı ve asker taşlarını dizdi. Gece boyu savaşta kullanacağı stratejiyi düşündü.

Simten Hatun zindanda ağlaya ağlaya helak olmuştu. Boynundaki haç kolyesine bakıp dualar okuyordu:

"Yüce Meryem ana, yardim et bana. Yüce İsa aşkına yardım et bana. Hünkârımız vaziyetin aslını öğrensin yanlış bir karar vermeden. Yalvarırım yardımını esirgeme benden!"

Tahtın Sultanı ~1 |TAMAMLANDI| Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz