Bölüm 39

4.3K 341 116
                                    

Duvardan uzaklaştığında önüme beyaz kaymak taşından yapılma ortası oyuk, büyükçe bir taş getirdi. İki jilet kutusu vardı yerde. Birini alıp dalgın bir şekilde incelemeye başladım.

Alarik'in bana söylemediği bir ayrıntıydı nasıl intihar edeceğim. Sebebi buydu çünkü. Bileklerimi kesmem gerekiyordu. Bedenimden bütün kan çekildikten sonra Nemirdes de tükenmiş olacaktı. Adını dahi bilmediğim amcam da böyle ölmüştü. Kendi kanının içinde.

"Zamanı geldi." dedi kederle. Korkuyordu, korkuyordum. Sırtımı duvarın nişli kısmına dayadım. Deliğin tam altındaydım.

"İçimde hala büyün var. Onu nasıl alacaksın?" Glìven, Alarik'in günlüğünün üzerindeki taşa aktardığı büyüyü benim içime koymuştu. Bu büyüyle girebilirdi Sirius'a.

"Onu ancak sen öldüğünde alabilirim Ela. Cansız bir varlıktan. Bu yüzden bir taşın içinde saklıyordum."

"Anlıyorum." diye mırıldandım. Bu demek oluyordu ki Glìven ölmemi garantilemek için büyüyü bana aktarmıştı. Ne güzel! Ölmeden önce bir kez daha kırılmıştım!

Jileti parmaklarımın arasına aldım. Gözlerimden birkaç damla firar etmişti. Alarik ellerimi tuttu ve beni kendisine çekti. Onun kucağında ağlarken itiraz ediyordum. "Bunu yapamam. Sen yap. Sen kes beni."

"Senin yapman lazım."

Lanetler okuyarak jilete dokundum. Keskin ucu parmağımın ucunu kesmişti bile. "O zaman bırak kucağında öleyim." dedim oldukça zayıf bir halde. Cevap olarak kollarını belime doladı.

Delikten ince bir ışık belirmeye başlayınca zamanın geldiğini anladım. İşe yaramasını dua ettim. Parmaklarım titremeye başlamıştı. Bunu yapmak zorundaydım. Dişlerimi sıktım ve jileti dik bir şekilde bileğimin iç kısmına bastırdım. Küçük birkaç damla belirdi. Alarik daha çok sıktı kollarını.

Gözlerimi yumdum. Jileti daha derine sapladım. Büyük bir acıyla, çığlık atarak bileğimin içini boydan boya yardım. Kan beyaz taşa fışkırırken titremeye başlamıştım. Sıra diğer bileğimdeydi. Canım inanılmaz yanıyordu. Zorlukla onu da dik bir şekilde kestim. Kan daha hızlı bir şekilde fışkırdı. Hıçkırıklara boğulmuştum. Sırtımı sevdiğim adama yasladım ve acının dinmesi için dua ettim.

Alarik saçlarımı okşayarak bana Sirius'u anlatmaya başladı. "Yaşam Köprüsü'nden geçeceksin. Pek çok ölüyle birlikte. Kapıya ulaşmadan ben geleceğim. Seninle birlikte döneceğiz ordan."

Kanım bir dere gibi akarken başım dönmeye başlamıştı. Aynı şekilde kollarımda hissizlik oluşuyordu. "Ya sen gelemeden kapıdan içeri girersem?"

"Gir, sorun değil. Korkmana gerek yok. Hemen ardından geleceğim." Saçlarımın tepesini öptü.

Zihnim uğuldarken uyuşma bütün bedenimi sarmaya başlamıştı. Gözlerim kararıyordu. "Bir şarkı..." dedim sakince. "Bir şarkı çalıyor zihnimde."

"Ben de duymayı çok isterdim." dedi oldukça yumuşak ama acısını hissettiren bir sesle. Ben kollarında ölürken acı çekiyordu.

"Who cares if one more light goes out ın the sky of a million stars?
It flickers, flickers
Who cares when someone's time runs out
If a moment is all we are?
We're quicker, quicker
Who cares if one more light goes out?
Well, I do"

("Bir ışığın daha sönmesi kimin umrunda? Milyonlarca yıldızlı bir gökyüzünde
Parıldıyor, parıldıyor
Bir kişinin daha vaktinin dolması kimin umrunda?
Hepimiz sadece bir andan ibaretsek
Aceleciyiz, aceleci
Bir ışığın daha sönmesi kimin umrunda?
Benim umrumda.")

ELDAWhere stories live. Discover now