Bölüm 28

4.5K 412 64
                                    

İkimiz de çatık kaşlarla bilgisayar ekranına bakıyorduk. Ters bir suratla masanın üzerine koyduğum karton bardaktaki Nescafe'mi aldım. Alarik ise anlaşılmayan bir şeyler geveliyordu ağzında.

"Hiçbir kesin bilgi yok! Hani işe yarardı? Beni kandırmadığını düşünmek istiyorum Melez."

"Seni elbette kandırmadım." diye tersledim onu. "Ama sen beni kandırdın!"

Gözlerini bilgisayardan bir anlığına çekip bana baktı suratsız bir şekilde. "Ne demek istiyorsun?"

"Eskişehir? Gerçekten mi?" diye patladım. "Ailemi göreceğim için sevinirken beni bambaşka bir şehre getirdin!"

Sıkıntıyla yüzünü sıvazladı. "Ne kadar saf bir kızsın sen. Eru adına yemin ederim ki ailenin yaşadığı şehre girdiğin gibi Mornor ensende olacaktır."

Sırtımdan buz gibi bir ürperti dalgası geçti. Mornor ailemin yerini biliyordu demek. Her ne kadar Iolas ailemi koruyacağına söz verse de şu anda bir tutsaktı. İçimde çok derin bir sıkıntı peyda olmuştu. Kahvemi masaya koyarken ellerim titriyordu. Birden ellerini kavramamla birlikte büyücü ilk defa irkildi.

"Lütfen, uzaktan da olsa onları görmeme izin ver. Sağ olduklarını bilmeye ihtiyacım var."

Yüzünde ilk ciddi bir ifade oluşmuştu. Aklımdan geçenleri artık göremese de tahmin gücü epey yüksekti. Ellerini hızla çekti. "Çok şey istiyorsun." İşaret parmağıyla monitörü gösterdi. "Helyak doğuşu. Sonra isteklerine geçeriz."

İçimde beliren sıkıntıyı göz ardı etmeye çalışarak araştırmaya başladım. Bir halk kütüphanesine gelmiştik. Etrafımızda çok kişi yoktu. Bilgisayar eskiydi ve yavaş çalışıyordu. Taramaya yıldızın ismini yazarak başlamıştım. Hakkında pek çok makale mevcuttu. Alarik'in de anlattığı gibi eski çağlarda çok önemli bir yıldızdı Sirius. İnsanlar onu öteki alem olarak görmüş, Tanrı'nın ve tanrısal varlıkların orada yaşadıklarına inanmışlardı. Onu kutsal saymışlar, ona kurban adamışlar, tapmışlardı. Hareketlerini hesaplamışlar, kaybolduğu günleri saymışlar, dünyaya yansıyan etkilerini gözlemlemişler ve doğuşunu kaydetmişlerdi. Ama belli bir tarih yoktu.

Bilgilerin içeriğinde ilgimi çeken tek bir konu olmuştu. O da yıldızın mavi renkli olmasıydı. Aklımda bazı olasılıklar belirmişti o an. Alarik bir mavi büyücüydü. Rütbesinin kaynağı geldiği yer olabilir miydi? Sirius onun gezegeni miydi? Çok yazık ki Alarik sorularımı her daim cevapsız bırakıyordu.

Bir de Glìven'in sözleri rahatsız ediyordu vicdanımı. Günlüğü ona vermek istememişti. Günlüğün onun elinde tehlikeli bir silah olabileceğini söylemişti. Büyük ihtimalle Alarik'in neyin peşinde olduğunu biliyordu. Ona yardım etmekten çekindiğine göre Alarik'in planı ölümcül olabilir miydi? O zaman neden büyüsünü bana vermişti? Ne düşünmüştü ki?

"Odaklan." diye mırıldandı büyücü yavaşça. Zihnimi ondan uzak tutsam da mimiklerim beni ele veriyordu. Kendimi gizlemek adına bardağımı elime aldım ve koca bir yudum kahve içtim. En büyük ihtiyacım oydu.

Yaklaşık bir saatlik araştırmanın sonunda acıyan gözlerimi ovuşturdum. Alarik başını geriye atmış, bedenini hafifçe oturduğu sandalyeden aşağı sarkıtmıştı. Gözleri kapalıydı. Ağır ve düzenli nefesler alıyordu. Sanki uyuyor gibiydi. Belki de uyuyordu. Yandan güçlü profiline baktım. Düz bir burnu ve çenesi vardı. Boynunun altında belirgin bir adem elması vardı. Yüzü ne kadar genç ve dinamik dursa da bakışları, perde indirmediği gerçek duyguları ile yaşlılığını ve yorgunluğunu ele veriyordu. Onu genç tutan sanki içindeki bitmek tükenmek bilmeyen nefretiydi. Neye karşıydı bu nefret? Neyin peşindeydi? Ah bir bilseydim!

ELDAWhere stories live. Discover now