Bölüm 26; ATEŞİN ŞARKISI

Start from the beginning
                                    

Daniel gülümsedi.

"Senden sonra kızların onun etrafına üşüşüp duracaklarını bildiğin halde mi yani?"

Amasia olduğu yerde zıplamıştı. Hızla ona döndü. Gözleri acı ile bakıyordu.

"Ama... Ama..."

Daniel bir kahkaha patlatıp elini Amasia'nın omzuna koydu.

"Şaka, sadece şaka yapıyordum."

Amasia nedense kızmadı. Gülümsedi. Daniel bugün hiç kendisi gibi davranmıyordu.

"Kesinlikle senden güzel kızlar yok falan demiyorum ama o aptalın başka birine gözünün kayma ihtimali bile sıfır. Bu yüzden endişelenmen nafile."

Amasia dirseğini hafifçe ona vurdu. Yüzü hafif kızarmıştı. Birlikte yürümeye başladılar. Bir süre sessizlik olduktan sonra Daniel ağzını tekrar açmıştı.

"Hey Amasia."

Tekrar "Amasia" demesi ilgisini çekmişti. Sanırım buna alışması gerekecekti.

"Sadece hep birlikte hayatta kalmaya çalışalım olur mu?"

Amasia şok olmuştu.

"Evet, babamın yolundan gitmek en çok istediğim şey. Onun yaptığı gibi insanlık için her şeyimi ortaya koymam gerek. Ama artık korumak istediğim başka şeyler de var. Eğer her şey bittiğinde handa, her zaman oturduğumuz o masada, hep birlikte yemek yiyemeyeceksek..."

Amasia kolu ile onu durdurdu.

"Civciv, beni korkutmaya başlıyorsun."

Daniel tekrar güldü. Amasia da gülümsedi.

"Her neyse. Hadi önce Evan'ı bulalım."




** ** *** ** **



Çekicinini beline taktı. Tüm vücudu ter içinde kalmıştı. Duvara çakılı askılıklarda bir kaç havlu dursa da yıllardır kullanılmadıkları için sertleşmişlerdi. Çıkarıp yere attığı giysisini oradan alıp yüzüne sürdü. Nefes nefeseydi. Loş ışık, kaslarındaki gerginlik, çekicini sıkmaktan yorulmuş parmakları, gülümseyen yüzü ile o yeraltı demirhanesindeydi ve tam karşısında duran bir tablo vardı. Kim bir demirciye tablo asardı ki?

Ustasının dediği gibi, en güzel kılıçlar kalbin en çılgınca attığı anlarda dövülen kılıçlardı. En hüzün dolu anlarda ya da öfkeden kudurduğun veya mutluluktan havalara uçtuğun o saniyelerde göz yaşlarını, gülücüklerini, nefes alıp verişlerini, nabzını, terini, zihnindeki tüm o bulantıları örse yatırırsın ve kendini bırakırsın. Bir kılıca ruhunu veren, içine aktardığın duygulardan başka ne olabilir? Bu ustasının demircilik dediği şeydi. Demire hayat vermek.
Yeni yaptığı kılıcı örsten kaldırdı ve "Peki sen hangi duygulardan doğdun?" diye sordu.

Öfke miydi, hüzün müydü? Hayranlık mı yoksa hasret mi? Orada sanki yeni biriyle tanışıyormuş gibi duruyor ama cevabı bulamıyordu. Sabah uyandığından beri yaşadığı her şeyi sırası ile gözü önüne getirmeye başladı. Dostları ve ailesi ile güzel bir kahvaltı. Annesini hiç görmediği kadar sağlıklı, kız kardeşini tahmin edemeyeceği kadar çılgın görmek. Kurtlar sırtında bir ordan bir oraya zıplamak. Eski gıcık bir ihtiyar. Yıllardır beklenen o konuşma ve tüm o acı gerçekler. Hayal kırıklığı, hüzün, daha fazla soru işareti. Göz yaşları. Demirci. Mezarda yatan eski bir dost. Bir baba. Daha fazla göz yaşı. Sarhoş gibi yürünen onca sokak. Bir gizem, bir mahzen ve yeni bir demirci. Tek bir tablo ve tüm cevaplar.

DEMİR BAĞLAR - SİS (tamamlandı)Where stories live. Discover now