18. Bölüm "Bilinmezler"

Start from the beginning
                                    

"Ne yapayım merak ettim. Telefonunu eline almayan Umut, bugün de elinden düşürmüyor."

Sinsi bir sırıtış eşliğinde "Sabret." dedi.

"Ne için?"

"Göreceksin. Daha doğrusu duyacaksın." Sıradan kalktı ve devam etti. "Hadi kantine inelim. Kurt gibi acıktım. Olacakları gördükten sonra gülmek için enerji toplamam lazım."

Başımı iki yana sallayarak ayağa kalktım. "Bilmece gibi konuşmaktan ne anlıyorsun anlamıyorum."

Cevap vermeden merdivenleri ikişer ikişer etrafa gülücükler saçarak indi. Cidden, neydi onu bu kadar mutlu eden çok merak ediyorum. Neyse Umut'un demesiyle sabır edecektim artık.

Kantine indikten sonra rastgele bir masaya oturduk. Biz oturduktan sonra birinin elinde üç tost birinin elinde iki çay olan iki genç masaya oturdu.

Umut'un etrafında bir kaç kez görmüştüm bu çocukları. Bu yüzden 12. sınıf olduklarını tahmin ediyordum. Ancak siyah saçlı kumral olana göre daha ufak tefek kalıyordu. İkisi de yakışıklı -kumral olan daha yakışıklı - ve hoş çocuklardı.

"Sağol Doğan. Oturun." diyerek çocukları masaya davet etti. Kumral olanın elinde olan tostların birini bana ikisini de kendine aldı. Tostundan kocaman bir ısırık aldıktan sonra bir yudum da çay içti.

"Halletiniz mi kardeşim?" diye sordu ağzındankileri yuttuktan sonra.

"Hallettik abi. O iş tamam." diye cevap verdi siyah saçlı olan. Abi demesine ne kadar şaşırsam da bu sorumu sonraya sakladım.

"Harika olacak." diyerek keyifle kocaman bir ısırık daha aldı tostundan. "Biz kalkalım. Size afiyet olsun." diyerek adının Doğan olduğunu öğrendiğim çocuk bana, başıyla kibar bir şekilde selam verdi. Bende ona gülümseyerek karşılık verdim ve Doğan'lar masadan uzaklaştıktan sonra bakışlarımı Umut'a çevirdim.

"Abi derken?" diye sabahtan beri sormak için kıvrandığım soruyu sordum.

"10. sınıf." diye açıkladı. "Bana minnet borçlu olduğu için böyle hitap etmek istedi. Benim için farketmez dedim. Ancak kendini borçlu hissettiğini ve öyle hitap etmek istediğini söyleyince ben de bir şey demedim. Böyle yaparak bana olan saygısını gösteririyor işte."

"Sana saygı duyan çok insan var sanırım."

"Ben sadece yardım ederim. Hiç bir karşılık beklemeden, istemeden." dedi sert bir tonda. "Onlarda bana karşı mahcup oluyorlar ve istediklerimi yapıyorlar. Bu kadar basit." dedi ve ilk tosttan geriye kalan kağıdı avucunun içinde buruşturdu.

"Tamam, biliyorum. Sinirlenme hemen." diyerek ben de tostumdan bir ısırık aldım.

Bu kadar sinirlenmesi normal değildi. Zaten Irmak insanlara yardım ettiğini söylemişti ve bunu biliyordum ama bir de ondan duymak istemiştim ama yanlış bir şey söylemişim gibi hemen sinirlenmişti.

Bu konu hakkı da bir hassasiyeti olmalıydı. Ama neydi?

"Her neyse. Zilin çalmasına kaç dakika kaldı?" diye sordu konuyu kapatarak. Sorduğu soruyla ne kadar şaşırsam da cebimden telefonumu çıkardım ve saate baktım. "Sekiz dakika kalmış. Ne oldu?"

Gülümseyerek sırtını sandalyeye yasladı. "Sekiz dakika sonra öğreneceksin."

Klasik erkek oturma pozisyonunu aldıktan sonra etrafımı incelemeye başladı. Bu arada o pozisyon nasıl mı? Şöyle: Sırtını yasladıktan sonra bacaklarını yaklaşık olarak bir 50 cm açar ve kolunun birini sandalyenin başına koyar. Ondan sonra kendini aşşağı doğru kaydırır ve etrafımı incelemeye başlar. Eğer sizde dikkat ederseniz ne demek istediğimi anlarsınız. Hiç bir zaman sandalyede koltukta oturan bir erkeğin iki dizinin birbirine değerek oturduğunu görmedim. O bacaklar her zaman açık olur.

Var Mı Senden Ötesi?Where stories live. Discover now