2.0

413 46 1
                                    

Yıldızlar.

Artık uzayda olduğuna göre onlara dokunabilmen gerek ama hayır. Yıldızlar hâlâ çimlerine uzanıp baktığın gökyüzündekiler kadar uzak ve burada ailenin sana öğrettiği yıldız grupları yok. Kutup yıldızı bile en parlak yıldız olmasına rağmen kaybolmuş durumda.

"Tuhaf bir duygu hissediyorsun," diyor Mantis. Gözlerinin ne kadar büyük olduğunu fark ediyorsun ve içini okur gibi baktığını. Bunun kirpiklerinden dolayı olabileceğini düşünüyorsun. Ya da göz kırpma şeklinden.

"Şey, belki biraz. Yani daha önce uzayda bulunmadığımdan olsa gerek," diyorsun. Aslında bu düşünce aklında yoktu ama birden aklına geliveriyor. Bunun yalan sayılıp sayılmayacağını düşünüyorsun. Sonuçta gerçekten daha önce hiç uzaya çıkmamıştın ve Dünya'dan oldukça uzaktaydın.

"Ah, uzay çok güzeldir. Eskiden oradan oraya gezerdik. Drax bunun görev olduğunu söylüyor ama ben hiçbir şey yapmıyorum. Yani şu uyutma ve sakinleştirme dışında. Gerisini onlar hallediyorlar ve başka bir gezegene gidiyoruz. O kadar çok gezegen var ki," diyor büyülenmiş bir şekilde dışarı bakarken. Onu izlerken herhangi bir şeyden büyülenmemesinin mümkünlüğünü tartışıyorsun kendi içinde. Antenlerinin şu an hangi duygusu algıladığını merak ediyorsun.

Doktor'un sakinliğinden yayılan okyanus kokusunu alabiliyorsun ve sonsuzluğa uzanan o koyu mavi çarşaf gibi denizi resmen gözlerinin önünde görebiliyorsun.

Stark'tan yayılan koku şaşırtmaz biçimde naneye benziyor. Boğaz yakıcı ve yeşil nane kokusuna. Taze, yeni ayıklanmış yeşil bitki ve parmaklara yapışan o tanıdık koku.

Natasha'da ise şaşırtmayacak bir soğukluk var. Buzun bulanık ama keskin görüntüsü, oldukça açık mavi renginde ve titretecek kadar düşük sıcaklıkta. Onun soğukkanlılığının asırlık bir buz kadar delinmez ve kolay erimez olduğunu biliyorsun.

Groot'tan stresten uzak bir koku yayılıyor. Ne olacak savaştan ne de piyano tuşlarından korkmuyor çünkü istediği an bir dal uzatabilir. Bu dal rakiplerinin karnına girebilir ya da hızlı inen piyano tuşlarına basabilir. Kokusu daha çok... daha çok... pişmiş defneye benziyor.

Nebula'ya dönüyorsun. Fazla tanıma şansı bulamadığın kıza. Gamora'nın kardeşi ve Thanos'un üvey kızı. Kaybettiği sınavlar yüzünden tüm uzuvları mekanik parçalarla değiştirilen kız. Mavi tenli ve belki de asla saçlarını uzatamayacak bir kız. Ondan hırs kokusu alıyorsun. Alabileceği intikamın tadını dilinin ucunda alabiliyor. Ruhu sert esen bir hortuma takılmış ancak başarılı olduğunda dinecek. Kumlar ve güneşli günlerin hepsi o hortumun içinde. O hortumun tadı aynı Olimpos Tanrı'larına sunulmak için yemeğin en güzel kısmından alınıp atılan ateşe benziyor. Her zaman puding ve mercimek çorbasının ayrı ayrı güzel olduğunu savunmuştun ve şimdi de güneşli günlerle kumların birlikte hiç güzel olmadığını öğrendin. Belki ona biraz huzur verebilirsin ama bunu yapmıyorsun. İntikam alma isteğinde sonuna kadar haklı. Ayrıca kimsenin duygularını ve düşüncelerini değiştirmeye hakkın olmadığını biliyorsun.

Kirpiksiz gözleri direk sana dönüyor ve saniyenin on binde birinde dönüp kalıyorsun. Ondan daha kısa bir sürede tepki veriyorsun. Gülümsüyorsun. Gözleri sinirli ve üzerinde fazla durmuyor. Buna şükrediyorsun çünkü karşılıklı tek kelime bile etmemiştiniz.

Son cümlenin gerçekliği kafana dank ediyor ve onlarla yaptığın bütün konuşmalar hayali olduğunu hatırlatıyor. Ve bu da bu evrenin tamamının hayran olduğun filmlerden oluştuğunu hatırlatıyor. Bu da bütün bunların gerçek olmasının imkansızlığını yüzüne vuruyor.

Ama gerçek. Bu koca gemi de içindeki olağanüstü insanlarda gerçek.

Ya da bütün bunlar rüma.

Görüşün kahverengiye dönüyor. Toprağın kokusu ve tanecikli yapısı gözünde canlanıyor.

Clint.

Kendine yaslanacak bir duvar bulmasına şaşırıyorsun. Buraya kolayca adapte olması ilk başta sana tuhaf gelse bile onun bir SHIELD ajanı olduğunu ve hayatında binlerce kez yer değiştirdiğini hatırlıyorsun. O sana çok tuhaf geliyor çünkü kaybedebileceği şeyleri görüyorsun. Bir ailesi vardı.

Çocuk sahibi olan tek kişi oydu. Karınca Adam'ın da çocuğu vardı ama aynı gelmiyordu. Sonuçta Scott'a bir şey olsa Hank ve Janet vardı ama Clint'in çocuklarını koruyacak kimse yoktu. Clint bir sürü evin olduğu bir yerde de oturmuyordu. Birden onun en yalnız üye olduğunu fark ediyorsun. Sadece ailesi ve arada bir, dünyanın geleceği tehlikeye girdiğinde, görüştüğü arkadaşları vardı. Bir kral değildi ya da ünlü bir iş adamı. Liseye gitmiyordu ya da müzede kendisi için özel bir alan yoktu. İzole bir hayat sürüyordu. Karısı ve çocuklarıyla birlikte mısır tarlasının içinde yaşıyordu.

Toprak kokusu. Kahverengi gözleri sana dönüyor ve neden ona baktığını soran bir mimik yapıyor. Ona gülümsüyorsun ve bununla beraber çatık kaşları yumuşuyor. Sinirlerinin hafif gergin olduğunu anlıyorsun. Endişelenecek şeyleri var. Ailesi tehlikede. Onların ajan olmadıklarını ve beş kişilik bu ailenin üçünün çocuk olduğunu biliyorsun. Üstelik uzaya gidiyorsunuz. Bilinmez bir evrene ve SHIELD ajanlarının bile uzaya çıktığına inanmıyorsun. Tek güvencesi yayı ve sayılı okları. Kaç tane olabilir ki, diye soruyorsun kendine. On iki mi? En fazla yirmi ya da yirmi beş.

Koskoca bir orduya karşı savaşmasına yetmeyecek kadar az ama Ultron'da da öyleydi. Binlerce robota karşı sadece altı kişi oldukları o çağı hatırlıyorsun. Şimdi sayıca daha fazlasınız. Taşların birçoğu sizde ama Clint, Gerçeklik Taşı'nın gücünü biliyor olmalı. Loki zihniyle oynadığında bunu deneyimlenmişti. Kısmen.

Ama Clint'in savaşlara karşı antipatisine sebep olan başka bir şey gözünün önünde beliriyor. Kızıl Büyücü'nün kardeşi. Beyaz saçlar. Mermiler. Hız. Ve hepsinden önemlisi: "Bunun geldiğini görmedin mi," diye soran bir çocuk.

Pietro.

Ve şimdi onun yaşında üç kişi var. Peter, Wanda ve sen. Daha reşit bile olmamış üç çocuk. Anneleri ve babaları ölen üç çocuk.

Bu onun savaşlardan sonsuza dek nefret etmesi için başka bir sebep.

Toprak kokusunun onun için ne kadar ideal olduğunu fark ediyorsun. Toprak yani kara bilindik geliyor. Güvenilir. Sağlam. Kimse yolda yürürken korkmaz ama suyun ve havanın içinde başına her tür musibet gelebilir.

Toprak güvenilirdir, ajan olsa da insan öldürse de.

Tekrar yanında duran Mantis'e dönüyorsun. Çoktan seninle konuştuğunu unutmuşsa benziyor. Gözleri dışardaki sonsuz renk cümbüşünü izliyor.

Yıldızlar.

Her biri farklı renkte görünüyor şimdi. Sarı, yeşil, mor. Pembe, mavi ve turuncu. Beyaz, gri ve siyah. Yuvarlak ya da elips. Etrafında halka olan ya da üç güneşi olanlar.

Yıldızlar.

Her biri farklı.

İnsanlar birer yıldız olmalı, diyorsun. Bazıları uzak, bazıları yakın, bazıları soğuk bazıları sıcak.

Ama her biri farklı, eşsiz ve büyüleyici.

Maden (Bir Marvel Kurgusu)Where stories live. Discover now