1.4

535 61 4
                                    

  Yukardan belli başlı sesler gelirken bin altıncı gündesin. İlk duyduğunda bunun zihninin adi bir oyunu olduğunu düşünüp umursamıyorsun ama AC/DC şarkısı duyunca başını yukarı çevirmek zorunda hissediyorsun. Yukardaki karaltı, artık her neyse, titreşiyordu. Ve sonunda senin dört beş adım ötende bir ışık demeti içeri süzüldü. Bunun gün ışığı olduğuna eminsin.

  Tarihin kendini tekrarladığına şahit oluyorsun. Birkaç yıl önce de güneşi gördüğün için çok şaşırmıştın ama artık duyguların duyguların paslanmıştı. Yine de artan ışıkla beraber ayağa kalkıyorsun. Bir anda tam tependeki karaltı yok oluyor ve yerini sonsuz aydınlığa bırakıyor. Derhal gözlerini kapatıyorsun ve arkanı dönüyorsun. Henüz ışığa alışmadın. O çok yakıcı ve parlak. Odanın karanlık olan yerlerine yürüyorsun ama çok kısa bir süre sonra odanın karanlık olan hiçbir yeri kalmıyor. Artık her santimi ışığın egemenliğinde parlıyor ve karanlık yok oluşa sürükleniyor.

  Karanlık dostun olalı beş yüz yirmi bir gün geçmişti.

  Gözlerin yakıcı güneşe alıştığında üstünde olanları izlemeye başlıyorsun. Neredeyse herkes cam odaya zarar vermeye çalışıyor. Gözlerin senden uzaktaki duvara kayıyor.

  Orayı ilk çatlattığında yedi yüz ellinci gündeydin.

  Gözlerin küçük kar tanesi şeklindeki çatlaktan uzaklaşıp yeniden yukarıya kayıyor. Tony onlara uzaklaşmalarını söylüyor ve üstüne bir füze atıyor. Birkaç saniyelik patlama sana günler gibi geliyor.

  Tıpkı burada geçirdiğin her saniye gibi.

  Onların bu boşa giden çabasını bir nebze de olsa karşılamak istediğin için yavaşça uçuyorsun.

  Uçmak, tıpkı çocuklukta hayal ettiğin gibi. Önce topukların ve sonra tüm bedenin havadayken o kadar hafif hissediyorsun ki.

  Bunu öğrendiğinde yüz on sekizinci gündeydin.

  Elini hafifçe kaldırıp neredeyse kafanın deneceği kadar yaklaştığın tavana dokuyorsun. İlk başta bir şey olmuyor gibi duruyor ama sen onun açıklaşan rengini ayrıt edebiliyorsun.

  Ve tüm tavan buharlaşıveriyor.

  Patlamanın yarattığı dumanların arasına yükseliyorsun. Duman kokusu seni rahatsız ediyor. Kahramanlarını arıyorsun ve senden uzakta cephe almışken görüyorsun. Tony Stark'ın uzanan eli yavaşça iniyor ve maskesi kayboluyor.

  "Cüce El Bebeği," diyor her kelimeyi vurgulayarak.

  Jarvis ona SHIELD'ın yaklaştığını söylüyor ama sen bunu zaten biliyorsun. Yavaşça yere iniyorsun ve onların ne olduğunu anlamayan gözlerle sana baktığını görüyorsun. Bir şey demen gerektiğini biliyorsun ama o kadar uzun zamandır konuşmuyorsun ki kelimelerin hepsi uzak görünüyor.

  Kelimeleri bırakalı tam tamına dokuz yüz doksan dokuz gün geçti.

Gemilerin yaklaştığını ve bir şey yapmak hakkında konuştuklarını duyuyorsun. Ama konuşmuyorsun sadece onlara doğu yürüyorsun.

  Hiç değişmediklerini görmek seni şaşırtmıyor.

  Zamanı onlara, güneşe ya da herhangi bir şeye bağlamayı keseli sekiz yüz gün oldu.

  Kızıl Cadı senin zihnine sızıyor.

  Bu sefer onu kısıtlamıyorsun. İstediği yere gitmesine izin veriyorsun ama o sadece bin altı gün geriye gidiyor. Onun gözlerinden görmeyi tercih ediyorsun.

  Ne de olsa kendi bakış açından aynı filmi seksen altı kez izledin.

  Renginin açıldığını ve ağzının aralandığını görüyorsun. Konuşmak istiyorsun. Sormak.

  Hissettirdiği kadar korkunç görünüyor mu?

  Hayır, diye cevaplıyorsun kendi sorunu. Hiçbir şey hissettirdiği kadar korkunç olamaz.

  Korkuyu hatırlıyorsun, acıyı, üzüntüyü, nefreti, ölümü... gittikçe saplanıyorsun berbat duygulardan oluşan bu iğrenç bataklığa.

  Ama bütün bunları düşünmemeye tercih ediyorsun.

  Size yaklaşan gemilere, tanklara ve daha nicesine bakıyorsun. Bütün bunları gerektirecek kadar tehlikeli misin?

  Evet. Gücünün sınırsızlığını öğrendiğinde iki yüz doksan üçüncü gündeydin.

  Tony Stark senin birkaç adım önüne iniyor ve gözlerinin içine bakıyor. Seninse tek yaptığın elini kaldırmak ve Tony anlamaz gözlerle sana bakıyor. Senin için endişeleniyor. Onun zihnini okumak senin için çok kolay.

  Jarvis üzerinize bir füze geldiğini söylüyor ve Tony seni kurtarmak için uçuyor. Tam seni tutuş uçuracakken bir kolunu onun sırtına koyuyor ve diğer elini füzeye uzatıyorsun. Tony seni uçurmak için tüm neredeyse tüm gücünü kullanıyor ama sen onun hareketini kısıtlayacak kadar güçlüsün. Elini hafifçe sallıyorsun ve füze havada patlayıveriyor. Tony bu sesi duyunca sana sıkıca sıkılıyor ama birkaç saniye sonra seni bırakıyor ve maskesini çıkarıp arkasına bakıyor. Havada süzülen roket parçalarının çölün sıcak kumlarına düştüğünü görüyor. Kahverengi gözleri şaşkınlıktan o kadar açılmış ki duyguların paslanmış olmasına rağmen gülümserken buluyorsun kendini. Üzerinizine mermi yağıyor ama sen sadece kahramanlarına gülümsüyorsun.

  Mermiler küçük kar tanelerine dönüyor. Sonra canın çiçek çekiyor. Sonra renk. Sonra rüzgar.

  Her şey senin için bir şaka, değil mi diye soruyor Kaptan Amerika, Tony Stark'a.

  Evet, diye fısıldıyor zihnin içindeki bir ses. Bu kadar güçlüyken herhangi bir şeyi ciddiye alman imkansız.

  Herkesin kafasının karıştığını biliyorsun.

  Ama akıl oynamayı öğreneli altı yüz elli sekiz gün geçti.

  Tek bir bakışın tüm kafa karışıklığını, nefreti, korkuyu hatta emirleri bile yok ediyor.

  Güçlüsün ama ne yapacağını bilmiyorsun. Yenilmezlere sarılmak istiyorsun. Ama yaptığın onca şeyden sonra bunu nasıl yapabileceğini bilmiyorsun. 

  Sonra boş veriyorsun.

  Koşarak yanına gelen ve hayranlıkla konuşan Peter Parker'a sarılıyorsun.

Maden (Bir Marvel Kurgusu)Donde viven las historias. Descúbrelo ahora