1.2

14.2K 753 183
                                    


İki yüz elli sekiz gün.

'Bir kelebeğin ömrü kadar kısa olacak cezan. Söz veriyorum.' demişti Ali beni buraya uğurlarken. Benden sonra sayısız kelebek ölmüş; onlarca ayı kış uykusundan uyanmıştı. Ben ise hala bu dört duvar arasından çıkacağım gün için saniye sayıyordum. Yatağımın hemen yanındaki duvara kazıdığım çetele tablosuna bugünü de eklerken burukça gülümsedim. Bu cezaevine adım atışımın üzerinden tam tamına iki yüz elli sekiz gün geçmişti.

Bu büyük yalnızlığıma bir parça yalnızlık eklenecek sanmıştım buraya girerken. Tam tersi olmuştu. Bir sürü arkadaş edinmiş; birkaç tane akıl hocası bulmuştum. Bir yanım buradan kurtulmam gerektiğini söylerken, diğer yanım dışarıda burayı özleyeceğimi söylüyordu.

Kim özlerdi ki bu dört duvar arasını? Onca haksızlık, onca yalan, onca pislik sığdırılmış dört duvar arasını iki akıl hocası için özler miydi bir insan?

Koyun sürüsüne bile daha insaflı davranırdı bir çoban buradaki gardiyanların aksine. Buraya girerken maske mi takıyorlardı yoksa gerçekten karakterleri mi buydu çözemiyordum bazen. Onlar insan değildi. Mahkumları stres topu yapmış pisliklerden başka bir şey değillerdi.

"Efe Sönmez!"

Demir kapının sesli bir şekilde açılmasının gardiyan Mehmet içeri girmişti. İsmimi söylerken etrafı tarayan gözleri beni bulduğunda sırıttı. Başıyla çıkmamı işaret ettiğinde koğuştakilere bir bakış atarak ayağa kalktım. Hepsi merak ediyordu. Bugün görüş günü değildi. Telefon hakkımı ise Güney'i arayarak çoktan kullanmıştım. Mehmet'in beni çağırmasının sebebi duruşma salonuna gidecek olmamızdı.

Dışarı çıkacakken beni durduran Rıza abiye sorarcasına bakıyordu gözlerim. Cebime attığı çakıyı hissettiğimde kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı. Mesajı almıştım. Olağan durumlara karşı hazırlıklı olmamı istiyordu, gardiyanların oyununa gelerek öldüresiye dayak yiyen çok olmuştu. "Duruşma salonuna gidiyorsak sıkıntı çıkar abi." Fısıldayarak söylediğim şeyi idrak ettikten sonra cebime koyduğu çakıyı alarak sandalyesine oturdu. Eline tesbihini alırken gülümsedi.

"Dik dur Efe. Başını eğme, sen yanlış bir şey yapmadın. Sonuna kadar savun doğrunu."

"Dualarımız seninle..."

Teşekkür edercesine gözlerimi kapatıp açtım. Adımlarımı kapıya çevirirken hızla koğuştan dışarı çıktım. Rıza abi buraya ilk geldiğimde suçsuzluğuma inanmış, adaletin bir gün yerini bulacağına beni de inandırmıştı. Adalet yerini bulmasa bile zorla buldurmam gerektiğine de.

"Adalet sadece şanslıysan ayağına gelir. Senin benim gibilerin gidip yaka paça getirmesi gerekir. Eğer suçsuzsan sonuna kadar savaş oğlum. Suçsuzluğunu ortaya çıkar, çık git buradan. Bu gözler bir masum gencin daha çürüdüğünü görmesin."

Hayatımda olup bitenlerden haberi yoktu. Verdiğim kayıplardan, aldığım canlardan, üzdüğüm anne babaların ahından... Hiçbirisini anlatamamıştım. Masum gördüğü Efe'yi, beni, masum bilmeye devam etmesini istedim. Eski Efe'yi hatırlayan birileri kalsın istedim. Bir hayal kırıklığı daha eklemek istemedim yüreğine. Beni sevmişti, oğlu gibi. Ben de sevmiştim, oğluymuş gibi.

Demir parmaklıkların esir aldığı kapılar açıldıkça ilerleyebildiğim koridorun sonuna gelmiş, son kapıyı da geçtikten sonra merdivenlere yönelmiştik. Önümde yürürken anında durup bana dönen gardiyanla olduğum yerde durmuş, ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Eli kemerindeki kelepçelere gittiğinde dudağım sağa doğru kıvrılmıştı. Bu hatasını yukarıdakiler duysa, görmezden gelmezlerdi. Emindim.

Kendisine doğru uzattığım ellerime kelepçeleri geçirirken aldığı zevk yüzünden okunuyordu. Buraya geldiğimden beri her dayak yediğimde mutlu olan, her düşüşümün üzerine bir tekme atan gardiyandı Mehmet. "Buradan çıkıp seni bir iş çıkışı ortadan kaldırdığımda da bu kadar zevk alabilecek misin bakalım?" Yüzündeki gülümseme silinirken güldüm. Cevapsız bıraktığımda cesaretinden ödün vermeyen gardiyan her tehdidimde bir ihtimal olduğunu bildiğinden susuyordu.

Bileğimdeki kelepçelerle aşağı inerken arkamdan geldiğini hissedebiliyordum. Bana yetişip sert bir şekilde koluma girdiğinde sıkıntıyla nefes verdim. Kısa sürede cezaevinden çıkıp ring aracına doğru ilerlerken tek isteğim bir an önce buradan çıkmaktı. Araca bindirildiğimde gözlerimi kapatarak kuşkuyla nefes verdim. Bir süre daha burada kalamazdım.

Evet, ben çok cana kıymıştım. Büyük küçük bir sürü suç işlemiştim fakat burada yatma sebebim olan tecavüze hiçbir zaman teşebbüs etmemiştim. Bir kadına izni olmadan dokunmak; normal bir insanın yapmayacağı türden bir suçtu. Ben bir kadına dokunmadığımı defalarca haykırmış, kendimi aklamak için elimden geleni yapmıştım.

En sonunda Ali ve Güney sayesinde silinen kamera kayıtlarına ulaşmış, suçsuzluğumu ispat etmeye yetecek derecede delil toplamıştık. Avukatlımla günlerdir hazırladığımız duruşma, aklanacağım ve özgürlüğüme kavuşacağım duruşma; bugündü.

Ne ara duruşma salonuna girmiştik ne ara hâkim her şeyi inceleyip bir sonuca varmıştı bilmiyordum. Hâkimin sesiyle başımı kaldırdım. Omuzlarım dikleşirken bakışlarım sertleşti. "Dik dur Efe! Başını eğme, sen yanlış bir şey yapmadın."

"Karar!"

Herkes ayağa kalkarken heyecanla hâkimin dudaklarına bakıyordum. Dudaklarının arasından çıkacak tek kelime benim geleceğime yön verecekti. Elim kalbime giderken nefes alışverişlerim hızlanmıştı. O yere ne pahasına olursa olsun dönmeyecektim. Buranın çıkışında cezaevindekilerle vedalaşıp evime kavuşmak şu an için istediğim tek şeydi.

Algılarım heyecandan kapanırken hâkimin söylediği dört kelime salonun içinde yankılanıyordu adeta.

"Mahkûmun beraatine karar verildi..."

Instagram; y.rumey

İki Sokak - Textingحيث تعيش القصص. اكتشف الآن