"Ebenin... Kalk lan artık. Ne zıkkımladın bu hale geldin?"

Evet, yanlış duymamıştım. Abimin sesiydi bu. Aniden suratımda hissettiğim buz gibi suyun etkisiyle aniden yerimden fırlamam bir olmuştu. Şaşkın halde etrafa bakarken otelde olduğumu anlamıştım. Karşımda ise öldürücü bakışlarla beni süzen Ömer abim.

"Ne lan senin bu halin? Neler oluyor? Ne yapmaya çalışıyorsun sen?"

Abimin sesi kulaklarımı tırmalarken başımdaki ağrının şiddetinden kulağımı kapattım.

"Off bağırma kulağımın dibinde sabah sabah. Bi rahat bırakın beni."

"Küfür ettireceksin sonunda. Tövbemi bozduracaksın. Kalk gir şu banyoya. Kendini toparla."

Kolumdan tutup banyoya doğru itmesiyle bedenimi soğuk suyun altına attım. Buz gibi havada üşüdüğümü bile hissetmiyordum. Suyun altında uzun süre ferahlamaya, kendime gelmeye çalıştım. Yüreğimdeki yangın her zerremi yakıyordu sanki.

Duştan sonra içtiğim kahveyle biraz olsun toparlamıştım. Uzun süredir içmediğim için ağır gelmişti. Karşımda, benden bir açıklama bekleyen abimin yüzüne bakmaya utanıyordum. Söz vermiştim ona. O zamanlar nadiren içtiğim halde, kesinlikle ağzıma sürmeyeceğime söz vermiştim. Aradan geçen yıllar içinde sözümü tutmuştum.

En son Beyza'dan ayrıldığımda bu kadar dağıtmıştım kendimi. Yine abim kendime getirmişti beni. O gün son içişim olmuştu.

"Susmaya devam mı edeceksin?" Diyen abimin kızgın sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Ne diyecektim ki şimdi abime? Nasıl anlatacaktım yaşananları? "Kanımda dolaşan virüs yüzünden benim, eşimin, bebeğimin hayatı mahvolacak." Diyebilir miydim? Ben bile bu durumu kabullenemezken başkasına nasıl anlatacaktım?

"Ne söylememi bekliyorsun?"

"Oğlum bak. Bize anlatamadığın bir sorunun olduğu belli. Biz aileyiz. Böyle zamanlarda birbirimizden destek almayacaksak ne anlamı kalır aile olmanın. Benim sıkıntım olduğunda sen de benim kadar üzülmüyor musun? Ne derdin varsa anlat, birlikte atlatalım sıkıntını."

"Hiçbir şeyim yok diyorum abi. Nazlı'dan sonra bir de seni çekemem. Buraya kafa dinlemeye geldim. Biraz huzur verin." Deyişimle yerinden kalkıp yakama yapışarak beni yerimden kaldırdı.

"Lan seni şurda gebertirim, herkes huzur bulur. Karını baba evine göndermek ne demek? Kız, herşeye rağmen burda kalıp sana destek oldu. Böyle mi teşekkür ediyorsun?"

"Ne için teşekkür edeyim? Canı sıkıldıkça gitmek istediği için mi? Abisi durdurmasa, üç gün önce gidiyordu. Hani şimdi nerde?"

"Sana defalarca sormuş, paylaşmanı istemiş. Ama sen, el kaldırarak vermişsin cevabı. Kırarım lan o elini. Bizim yaşadıklarımızdan ibret almadın mı?"

"Abi..."

"421 gün oldu. Elif'imin sesine, kokusuna, gülüşüne hasret geçirdiğim tam 421. gün. Ve ben, ondan ayrı geçen her anımı azap çekerek geçiriyorum. Benim yüzümden akıttığı yaşlarda boğuluyorum. Sen benim gibi olma. Pişman olmak için kaybetmeyi bekleme."

Başımı eğip gözümden damlayan hüznü saklamaya çalıştım. Abimle yengemin aşkına çok özenirdim. Herşeye rağmen birbirilerine kenetlenmekten vazgeçmemişlerdi. Aralarındaki bağ o kadar güçlüydü ki ölüm bile bitirememişti o aşkı. Kimsenin gücü yetmemişti onları yıkmaya.

Oysa biz.. İlk darbede yıkılıp dağılmıştık. Pamuk ipliğiyle bağlıydık birbirimize. Aile olmayı, bir olmayı becerememiştik.

Nazlı'ya kızmaya hakkım yoktu. Ben, başıma gelen herşeyi hak ediyordum. Beni Nazlı'ya bağlayan yüzüğü parmağıma taktığımda ilk işim, odamda Beyza'ya ait bütün izleri silmek olmuştu. Ama yüreğimden silememiştim. Şimdi yaşadıklarım ise bunun cezasıydı. Çok geç kalmıştım. Ve abimin dediği gibi, pişman olmak için kaybetmeyi beklemiştim.

ÖMRE BEDELWhere stories live. Discover now