•XXV•

722 102 61
                                    

Snow Patrol - Run

Bir kaybedişin ardından başlanacak her şey, içinde parça parça hüzün barındırır. Yeni bir gün, yeni bir film yahut yeni bir bölüm. Hiç fark etmez. Bir defa kazınmıştır içinize o eksiklikler ve başlanan her şey o eksikliğin boşluklarında kendine can bulmaya çalışır. Acı olan, başaramaz. Bir kaybedişin ardından başlanacak her şey, ölü doğar. Yaşamadığı yetmezmiş gibi her başa, o noktaya dönüşünüzde size kaybettiklerinizi hatırlatır ve ağzınızda acı bir tat bırakarak kusma ihtiyacı yaratır. Buna örnek olarak sayısız şarkı, film, gün ve hatta insan sıralayabilirim burada ancak bu, benim hikayem değil ve kaybedişlerimi kendi içimde biriktirmek her zaman tercihim olmuştur.

O kışın başlangıcında en büyük kaybını yaşamış olan Taeyong için de kışlar artık korkacağı bir zaman dilimi haline gelecek. Kendisinin bile anlayamayacağı bir şekilde havalar soğumaya başladığı anda bu kaybını anacak tüm hücreleri ve dipsiz buhranlara sürükleyecek bu onu. Her kışın gelişinde olacak bu, bedeni kabullenene dek.

Ancak şimdilerde ruhunu yitirmiş bir beden gibi yalnızca. Ten'in evinde, çift kişilik bej koltuklardan birinde oturup önündeki masada duran denge toplarıyla oynarken Taeyong, aynen bu şekilde düşünüyor siyah saçlı oğlan da. Ruhunu yitirmiş gibi.

Evangeline oturma odasına elinde iki bardakla giriyor o sırada, ayakta dikilen üvey oğluna ilerlerken "İçin bunları." diye mırıldanıyor. "Vücut direncinizi arttırır."

Kaşları çatık olsa da bardakları alıp Taeyong'un yanına gidiyor Ten. Evangeline'le hala barışabilmiş değil ancak artık kendilerine gerçekten yardımcı olmaya çalıştığını biliyor. Mezarlıkta önlerine çıktığında söylediği birkaç kelimeden Taeyong'la konuştuğunu anladı zaten. Eve gelmeleri için onları ikna etmeye çalıştığı sırada da öğreneceği kadar şey öğrenmiş, eksikleri de kendi kafasında birleştirebilmişti. Şimdiyse mümkün olabileceğine hala inanamasa da evdeler ve Evangeline'in onlar için hazırladığı içeceği içiyorlar. Kadın haklı. Böyle durumlarda insanın ayakta duracak gücü olmuyor bazen ve yalnızca birbirlerine çarpan denge toplarını izleyen Taeyong bunun en iyi örneği gibi.

Ten'in çabalarıyla bin bir güçlük içinde bardağın dibini görüyor Taeyong da, birkaç dakikanın ardından renksiz dudaklarına biraz da olsa renk geliyor. Bundan güç alıp tekli koltuklardan birine oturmuş olan kadın konuşmaya başlıyor.

"Kendini suçladığını biliyorum ancak olanlar senin suçun değil, talihsizlikti."

Evangeline böyle diyor çünkü doktorlardan öğrendiklerine göre Jaehyun'un asıl ölüm sebebi hastalığı değilmiş. Tahminlere göre gece kalkan Jaehyun ayaktayken baygınlık geçiriyor ve yere düşerken başının masaya çarpması sonucu ölüyor. Bu, yerde oluşmuş kan gölünü açıklasa da bedeninin bu darbeye karşı direnemeyişinde hastalığının etkisi büyükmüş.

Ancak yine de tüm bunları talihsizlik olarak nitelendirmek sinir bozucu geliyor iki gence de. Yaşadıkları şey kaderin onları taktığı bir çelme, attığı bir kazıktı. Ellerinde ufak bir umut kırıntısı oluşmuşken Jae'nin vedası acımasız bir yazıydı.

Tüm bunların yanında eğer gücü olsa kadının dediklerine güler Taeyong çünkü daha saatler öncesinde tüm her şeyin suçunu omuzlarına yıkmışken şimdi 'senin suçun değildi' zırvalıkları yalnızca laf kalabalığı yapıyor gözünde. Neyin kendi suçu olup olmadığını biliyor artık beyaz saçlı genç, belki de sakinleştiriciler sayesinde daha sağlıklı düşünebiliyor. Jaehyun'un ölmesi onun suçu değildi belki ama hastalığının bu kadar ilerlemiş olmasının, sadece onun değil yetimhanedeki tüm çocukların, ve hastalıktan ölen çocukların sorumlusu o. Ayrıca bu şekilde düşünmek de hiç yardımcı olmuyor.

Poupée de Cire •Taeten•Where stories live. Discover now