•VIII•

1.1K 161 17
                                    

Hava, geldiğinden beri bu kadar soğuk mu, yoksa parmak uçlarından kanı mı çekildi? Ellerinin bu kadar titriyor olması normal mi? Peki bu tepkileri daha yeni gösteriyor olması duyduğu şeyleri sonunda sindirebildiği anlamına mı gelir?

Başını belli belirsiz sallıyor Ten, tüm sorularını reddediyor.

Ağır geldi sadece.

Arabadalar, gittikleri tüm o yolu yeniden arşınlıyorlar. Yollar daha kıvrımlı geliyor, daha fazla sarsılıyor. Oysa zihnindeki savaşın depremleri bunlar. Sarsılan ve dağılan kendi benliği, bildiğini sandığı geçmişi ve hisleri.

Taeyong'un yanındaki varlığı hem çok yeni hem de alışılmış bir şeymiş gibi geliyor. Varlığı bir boşluğu dolduruyormuş gibi sanki, Ten o boşluğa beyaz saçlı genci görene kadar ulaşamadı. Hep orada, içinde bir yerlerde olduğunu bilirdi o açıklığın fakat hiçbir zaman erişemezdi ve dolayısıyla kapatamazdı da. Taeyong ise varlığını gösterdiği anda Ten'in avuçlarının içine bırakmıştı o boşluğu. Sonra kendi avuçlarıyla kapatmıştı. 'O boşluk benim,' dermiş gibiydi. 'Ve yalnızca ben doldurabilirim.'

Reddetmek istese bile bunun farkında Ten. Belki resmi olarak tanışıklıkları kısa ancak bunun öncesi olduğunu, bu kadarla sınırlı kalmadığını biliyor. Bu bilmekse daha farklı bir şey. Beynine kabul ettiremiyor ama hisleri alışık, biliyormuş gibi. İçinde bulunduğu durumda da beynine güvenemiyor çünkü hatıralarını koruyamadığının farkında. Ancak insanlar hisleri unutamazlar. Her ne olursa olsun o renk ruhunuza kazınmıştır bir kere, unutamazsınız.

Şehre yaklaştıklarını fark ettiğinde dikkatini toplayıp yola odaklanıyor. Birkaç saniye sonra ise Taeyong'un sesini duyuyor.

"Eviniz nerede?"

Okula dönmeyeceklerine içten içe sevinirken beyaz saçlının anlayışına minnettar Ten.

"Son durağın oradaki şehir fidanlığının yanında."

Taeyong arabayı sürmeye devam ederken "O ev biz kasabaya geldiğimizden beri boştu," diye mırıldanıyor. "Şimdiyse orada sen varsın. Bu hala garip geliyor."

Ten'in bakışları beyaz saçlı genci buluyor. Vücudunu geriye salmış, başını koltuğun arkalığına yaslamış, bir elini de açık camdan dışarı sarkıtıyor. Garip bir sakinlik çökmüş üzerine. Yorucu bir savaştan yeni çıkmış gibi dingin, hareketleri yavaş. Rüzgar da açık camdan içeri sızıyor, beyaz saçları uçuşuyor. Üstündeki tişört de beyaz üstelik. Nedense Ten, Taeyong'u o şekilde izledikçe kendisinin de sakinleştiğini hissediyor, başını koltuğa yaslayıp ona bakmaya devam ediyor.

"Ne kadar süredir bu kasabadasınız?" diye soruyor. Belki bundan önce sorulması gereken onlarca soru var fakat o an için en uygunu bu.

"Yetimhaneden kaçtıktan dört sene sonra buraya gelebildik. Daha uzağa gidebilirdik ancak Jaehyun bu kasabanın havasına kapıldı, gitmek istemedi. Sakin bir yer burası."

Ten duyduklarına şaşırırken başını kaldırıyor.

"Yetimhaneden kaçtınız mı?"

Taeyong kısa bir süreliğine bakışlarını yoldan çekip siyah saçlı küçüğüne odaklıyor. Gözlerinin önünde eski anıları canlanırken ciğerlerinin arasına bir ağırlık çöküyor, konuşmak bir hayli zor geliyor. Kaçmışlardı fakat arkalarında bir kişiyi bırakmak zorunda kalmışlardı.

Poupée de Cire •Taeten•Where stories live. Discover now