3.8K 244 39
                                    

Ocak 2005

Karanlık gökyüzünü bıçak gibi yaran alevler havada süzülen beyaz kar kristallerini eritiyor, sessizlik yanmakta olan binanın inleyişleri ve çocuk çığlıklarıyla bölünüyordu.

Karların arasında kara bir lekeyi anımsatan, her türlü terk edilmişliğin koynunda hayat bulmuş yetimhanenin tel örgülü sınırları içerisinde sayısız görevli, doktor ve çocuk dört bir yana koşturuyor, alevleri kontrolleri altına almaya çalışıyorlardı. Cehennemi anımsatan yetimhaneyi kurtarabilmek adına dışarıdan hiçbir yardım talebinde bulunamadıkları gibi bir yerlere haber verme olanakları da ellerinden alınmıştı.

Çünkü buna yetkileri yoktu.

Çığlıklar ve yakarışlar çökmekte olan duvarları inletirken görevliler çocukları bir arada tutmaya çalışsa bile yeterli değillerdi. Küçük yüreklere kök salmış korku her şeye engel oluyordu. Çocukları dışarı çıkartmak ise ayrı bir problemdi. Aralarından birkaçını kaybetmek sonları olurdu.

Tüm bu kargaşanın arasında, mahzenden hallice bir odada birbirlerine sığınmış üç çocuk ise alevlerin kendilerine sunduğu kaçış fırsatını değerlendirebilecekleri düşüncesindeydi. İçinde bulundukları hapishaneden kurtulmaları gerekiyordu ve alevlerin arasında açılan boşluk oldukça davetkardı.

Diğer arkadaşlarının görevliler tarafından birer birer götürüldüğünün farkına vararak hızlıca bir karara varmaya çalıştılar. Zaten yapılacak şey oldukça barizdi.

Renksiz saçlarıyla hastalıklı bir görüntü sergileyen en büyükleri yakın zamanda okuduğu kitabın bir cümlesini çalarak "Ya şimdi ya da hiç!" diye bağırdı. Bu ihtiyaçları olan son onaydı.

Küçüklerinin ellerini tutarak onları da kaldırdı ve normal zamanda kilitli olan kapının yanına geldiler. Küçük olanlardan biri elinde oyuncak ayısını diğeriyse sahip olduğu tek hikaye kitabını tutuyordu. Metal kapı yangın alarmıyla aralanmıştı ve alevlerin sıcaklığı şimdiden hissedilebilir düzeydeydi.

Yangın yakındı. Görevliler de öyle.

Beyaz saçlı olan arkasındaki ufaklara dönüp tişörtleriyle burunlarını kapatmalarını sağladı. "Az nefes alın ve dikkatli olun." Kapıyı açarken "Artık bu hapishaneden kurtulacağız." diye de fısıldıyordu kendini desteklercesine.

Daha fazla gözyaşı ve acı istemiyordu beyaz saçlı oğlan. Sahip olduğu tek varlığı olan iki çocuğu buradan çıkaracak ve birlikte rahat bir hayat sürdüreceklerdi. Belki normal çocuklar gibi okula bile giderlerdi.

Düşüncelerinin omuzlarına yıktığı ağırlığı sırtlanıp tek tek odadan çıktılar ve alevlerin aksi yönünda koşmaya başladılar.

Attıkları her adımda kulaklarına dolan çığlıklar, yakarışlar, alevler ve kavurucu sıcaklık adımlarını yavaşlatsa bile arkalarına bakmadılar. Çünkü arkaya bakmak demek kaybetmek demekti.

Ama önlerindeki yol da düşündükleri kadar açık değildi.

Alevlerin arasından öksürerek onlara yaklaşan siluet "Nereye gittiğinizi sanıyorsunuz?" diye bağırıyordu. Kadın görevlinin beyaz üniforması isle kararmış, elleriyle burnunu kapatmaya çalışıyordu.

Beyaz saçlı olan gözlerini hızlıca arkaya çevirip küçükleri kontrol etti ve "Çabuk olun!" diye bağırdı. Görevli oldukça yakın olsa bile yorgun olduğu belliydi. Neredeyse çökmüş olan çıkış kapısına ise çok az kalmıştı ve eğer isterlerse görevliyi atlatıp bunu başarabilirlerdi.

Poupée de Cire •Taeten•Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ