Artık olanları biliyor olması ona güvenmediği gerçeğini değiştirmiyordu. "Demek öğrendin."

Ezgi, bir kez daha başını salladı.

"Bu neyi değiştirir ki? Önemli olan bana inanmandı. Bir başkasının söyledikleriyle bana inanıyor olman umurumda değil."

"Fırat, yapma böyle."

Genç adam, oturduğu yerden kalkıp birkaç adımda karısının yanına ulaştı. "Neyi yapmayayım?"

Adamın sesini duyunca bakışlarını kaçırmadı. Aksine başını kaldırıp gözlerini gözlerine dikti. O bakışlardaki eksikliği fark edince içi üşüdü.

İlk zamanlarda bile gözlerinde derin anlamlar barındıran bakışları olurdu ancak şimdi duygusuz bakıyordu.

"Bunu işte! Yapma! Bana böyle bakma!"

Bakışlarını yumuşatmadı. "Nasıl bakayım? Senin dün gece bana baktığın gibi mi bakayım mesela? Ya da şuna ne dersin? Sana inanmıyormuş gibi bakayım. Beğenmediysen suçlayan bakışlarımı da deneyebilirsin."

Onu ne kadar kırdığını şimdi anlıyordu. Dün gece söyledikleri gerçekten ağır gelmiş olmalıydı.

"Hiçbirini istemiyorum." dedi gözlerinden süzülen yaşlara engel olamayarak. "Eskisi gibi bakmanı istiyorum."

Genç adam, başını iki yana salladı. "Biliyor musun? Ben hayatım boyunca kimseye yalan söylemedim. Seni bu eve ilk getirdiğim zaman zorda kaldığımda bile... Eğer babanı ben öldürmüş olsaydım senin bunu haberlerden öğrenmeni beklemezdim."

Kızın gözlerinden akan yaşlara aldırmadan devam etti konuşmasına.

"Evet, babanın öldüğünü biliyordum. Tek bir gece daha huzurla uyu istedim. Çünkü ondan ne kadar nefret edersen et babadır. Ölmüş ne de olsa."

Ezgi, artık kendini tutmayı bir kenara bıraktı. Öylesine şiddetli ağlıyordu ki omuzlarının sarsılmasına engel olamıyordu. Sanki Fırat bunları söyleyince babasının ölmesine üzülmeye hakkı varmış gibi hissetmişti. Yaptıklarını öğrenince ondan  o kadar çok nefret etmişti ki ölümüne üzülmek bile istememişti. Ama haklıydı.

Ne olursa olsun babasıydı. Yaşayamadığı çocukluğuydu, ailesinden kalan son kişiydi. Annesini kaybettiğinde olanları idrak edebilecek yaşta değildi. O neden ölmüştü hâlâ bilmiyordu. Nedenini bilen tek kişi öldüğüne göre bundan sonra öğrenmesi de pek olası değildi. Ancak babası kendi kirli hayatının kurbanı olmuştu.

Yaşarken de öldüğünü öğrendikten sonra da ne zaman ona karşı içi yumuşayacak gibi olsa o on sekiz yaşındaki kızın otopside çekilmiş fotoğraflarını anımsamaya çalışıyordu. Çünkü o görüntü gözlerinin önüne gelince babasından tam da onun hak ettiği gibi nefret ediyordu.

Fırat, onun bu hâline daha fazla dayanamayıp kızı kollarının arasına aldı. Başını göğsüne bastırırken bir yandan da saçlarını okşuyordu.

Ezgi sakinleşene kadar geri çekilmedi, saçlarını okşamayı bırakmadı. Ona ne kadar kızgın olursa olsun üzülmesine dayanamıyordu.

Genç kız, zorla da olsa kendini toparladı. Aslında kocasının kollarından uzaklaşmak istemiyordu. Biliyordu, şu an onu affettiği için değil sadece kıyamadığı için sarılıyordu.

Başını yasladığı yerden kaldırmadan yüzünü görmek için yukarı baktı. "Beni affedecek misin?"

Fırat, nazik bir hamleyle kızı kendisinden uzaklaştırıp buruk bir tebessümde bulundu. "Bunun kolay olmayacağını sana söylemiştim, hatırlıyorsun değil mi?"

Sen Ölme Diye || Berna AslıhanWhere stories live. Discover now