Ezgi, onun gözlerine dalıp gitmekten alıkoyamadı kendini. Onun böyle düşünceli davranmasına alışık değildi. Evet, kendisini ne kadar çok sevdiğini biliyordu. Harun'un anlattıkları hâlâ zihninde dönüp duruyordu ancak yine de alışık değildi işte...

Gözlerini kocasının gözlerinden çekmedi. Kocasına öyle güzel bakıyordu ki adamın içi eriyordu. Nasıl baktığının farkında bile değildi.

Fırat, karısının bakışlarında boğulurken senelerdir iki dudağını zorlayan kelimeler birden çıkıvermek istedi.

Kızı kolundan tutup kendine çektikten sonra seni çok seviyorum be kadın diye bağırmak istedi. Ancak her zaman olduğu gibi sessiz kaldı.

"Bakma öyle... Yemeğini ye, hadi."

Ezgi, bakışlarını kaçırdı. Uzun zamandır ona baktığının farkında bile değildi. Kalbinden yükselen gümbürtü öyle yüksekti ki aslına bakılacak olursa adamın söylediklerini bile çok sonradan algılamıştı.

Kahvaltı boyunca bir daha konuşmadılar. İkisi de sessizce karnını doyurduktan sonra masayı da birlikte toparladılar.

Bu kadarı gerçekten Ezgi'nin şaşırma kotasını aşmıştı. Fırat Kaçkaroğlu sofra toplamıştı! Bu herkesin şahit olabileceği türden bir manzara değildi. Yine de bir yorum yapmadı.

Geldiklerinden beri pamuk gibiydi ve bunun bozulmasını istemiyordu. Üzerini değiştirmek için dün geceki odaya girdi.

Bu kez duvardaki fotoğrafları da inceleyecekti. Nedenini anlayamıyordu ancak Fırat'la ilgili her şeyi bilmek, öğrenmek istiyordu.

Kapıyı kapattıktan sonra duvardaki çerçeveye baktı. Bu defaki bir aile fotoğrafıydı. Genç bir kadın ve kucağında en fazla bir yaşında bir bebek vardı. Yirmili yaşlarındaki adamın da yanında küçük bir oğlan çocuğu vardı. Sekiz ya da dokuz yaşında olmalıydı.

Ağzındaki eksik iki dişi fark edince gülümsemeden edemedi. Demek Fırat küçükken böyle görünüyormuş diye geçirdi içinden.

Yaşına göre boyu uzundu. Saçları ne çok kısa ne de uzundu. Ancak gözlerindeki gülümseme ve yüzündeki masumluk şimdilerde adamın sahip olmadığı şeylerdi.

İki aydır onunla birlikte yaşıyordu ve ilk defa dün gece güldüğüne şahit olmuştu.

Bakışlarını diğer fotoğraflara çevirdi. Kimisi aile fotoğrafı kimisi Fırat ve Duru'nun çocukluk, gençlik fotoğraflarıydı.

Kızın en büyük göründüğü fotoğrafa baktı. En fazla on beş yaşında olmalıydı.  Sonra Yasemin'in söyledikleri geldi aklına. On beş yaşında tecavüze uğradı. Öldürüp denize atmışlar.

Duru öldürülmeden kısa bir süre önce çekilmiş olmalıydı. Kızın yüzündeki masumiyet öylesine güzeldi ki ona kıyan hainleri eline geçirebilmeyi diledi. Ancak kocasının zaten onları öldürmüş olduğu aklına geldi.

Böyle zamanlarda onu gerçekten anlayabiliyordu ve bundan rahatsız oluyordu. Ona karşı yumuşamaması gerektiğini biliyordu.

Fırat'ın kendisini ne kadar çok sevdiğini, bu zamana kadar onun için neler yaptığını biliyordu. Ancak bu, onun tasvip etmediği bir hayat yaşadığı gerçeğini değiştirmiyordu.

Değiştirmesine değiştirmiyordu da peki, ya kalbi neden böyle hızlı atıyordu? Neden artık onun yanında olmaktan mutluluk duyuyordu? Bu soruların cevabını vermeye henüz hazır değildi. En azından şimdilik...

***

İkisi de hazırlanmıştı. Evden dışarı çıktıklarında Fırat, korumalara dönüp, "Alucra köyüne gidiyoruz." dedikten sonra karısıyla birlikte diğer arabaya bindi.

Sen Ölme Diye || Berna AslıhanWhere stories live. Discover now