Tanrım, Jimin'in ağlamasını görmekten nefret ediyordu. Bu derin bir şekilde onu huzursuz ediyordu, sanki yaşlı köpeği ölmüş gibi, ya da büyükbabasının tümörü varmış gibi (neyse ki iyi huyluydu). Elini kaldırdı ve nazik bir şekilde Jimin'in sırtına koydu, yatıştırdığını umarak yukarı ve aşağı ovdu.

Jimin'in ona gözlerini kırpıştırdı, şaşkınlığı yüzünden dudakları hafifçe aralıktı, ve Jungkook düşünceleri kafasından atamadı, tüm arzularıyla kendi ağzını Jimin'inkine bastırma isteğini.

Ne oluyor şu anda?

Jimin, kolayca şeytana uyan ve gözleri yarı kapanan Jungkook'un kayıt dışı kaldığı bir şey söyledi ve-

Onu öptü.

Siktir.

Bu Jungkook'un olacağını düşündüğü bir şey değildi. Bu tuhaf ya da karmaşık ya da rahatsız edici değildi, nitekim dudakları mükemmel bir şekilde Jimin'inkilere (ona karşı eriyen, yavaşça hareket eden ağzıyla) yerleşirken. Elleri Jungkook'un saçlarının arasında ilerliyor ve ensesindeki tutamları karıştırıyordu, aşina olduğu bir asılmayla. Jimin'in dudakları hafif çatlak ama güzeldi, ve vanilya ile orada kalan çikolata gibi tadı vardı. Jungkook havai fişekleri duyduğuna yemin edebilirdi, ya da belki vücudunun içinde düşüyorlardı, kıvılcımlar teninin altında yolunu buluyor ve Jimin'in beline gömülü olan parmak uçlarına kadar gidiyordu.

Park Jimin'i öpüyorum.

Bütün insanlar arasından onu öpüyorum.

Farkındalık ortaya çıkar çıkmaz Jungkook'un bunu belli etmeye zamanı olmadı çünkü Jimin hızla geriye çekilendi, nefesi ağır ve göz bebekleri iriydi, daha fazla mesafe yaratma ihtiyacıyla yatakta geriye çekildi.

"B-Bu ne içindi?" Jimin suçlar gibi kekeledi, bakışları yalvarıyordu.

Jungkook da bunu hangi sikik neden yüzünden yaptığını bilmiyordu. "İstediğim için?"

"İ-İstedin? Ne?" Jimin alelacele yataktan kalktı ve her gergin oluşunda yaptığı gibi ellerini saçlarının içinden geçirdi.

"Jimin-"

"Bunu yapamazsın! Bunu yapamaz-duygularımla oynarmış gibi -siktir, Jungkook..." Jimin sertçe dudağını ısırdı ve uzağa baktı, bedeni gergindi ve gözleri yaşlardan daha kalp kırıcı olan bir şeyle taşıyordu.

Bu kelimeler Jungkook'a sandığından daha sert çarptı. Bu kadar etkilendiğini düşünmemişti, en azından rahatsız edilmiş ve hor görülmüş, ama bunun yerine göğsünde bir şey perçinlendi, kalbini sıktı ve midesi ağzındaymış gibi hissetti. Duygularıyla oynamak mı? Bunu daha önce duymuştu
-nefret etmişti, şimdi de nefret etti.

"Hey, özür dilerim, bana ne oldu bilmiyorum ama çok üzgün göründün ve..." Açıklamayı bıraktı çünkü Jimin'in ifadesi ekşimişti, tanıdık olan bir değişimle, ve kafasının gerisinde olan bir nedenle.

Jimin konuştuğunda sesi düşük ve sakindi ama titriyordu. "Yani benim için üzüldün? Diğer gün yüzünden miydi bu? Senin acımana ihtiyacım yok Jungkook." Alnını ovdu ve dizi büküldü ve Jungkook az kalsın sıçrayıp onu yakalayacak ve onu... tutacaktı. "Olması gereken bu diye mi? Zayıf olduğum için senin suçlu ve anlayışlı hissetmen? Bu beni sana
-sana sevdiren şey mi?"

Bunu... söyleme.

Jungkook derin bir nefes verdi ve Jimin'in ne ifade ettiğini bilmek tuhaftı, bilindikliğin geri geldiği bu hassas anda. Dramalarda olduğu gibi değildi -zaman yavaşlamıyordu ve hisler köpürüp ona geri dönmüyordu- ilk saniyesinde yoktu, ama şimdi buradaydı, haksız yere çabucak geri dönmüştü. Hayatın nasıl olduğu gibi.

Jungkook, Jimin'in ağır sözleri yüzünden omuzlarının çöktüğünü hissetti. Jimin'in hastalığının çözülmesiyle kendi duygularının zamanlaması, ve Jungkook'un hesaplarının hep bir şekilde yanlış gelmesiyle, bilhassa Jimin gibi kendinden şüphe duyan birisiyle, ilişkilerini sallantılı şartlar üzerine kurmuşlardı. Geri durmayı ve beklemeyi istemişti, Jimin'in yanlış anlaması durumunda -ki anlamıştı da- ama taptığı insanın geri dönüt olarak kendisinden nefret edişini görmek acı vericiydi. Jungkook, Jimin'in kendisinin ne kadar harika olduğunu görmemesine, tuhaflıklarını, var olması gereken eksikliklerini anlamamasına katlanamıyordu; bunlar onun karakterini yapan gerçekten güzel şeylerdi, Jungkook'un Park Jimin'in her şeyine tutulmasına neden olan şeyler.

Bu pişmanlık ya da acıma değildi, asla olmamıştı. Jungkook'un hisleri her zaman belliydi, cesareti hep geç gelirdi. Ama bu artık önemli olan bir detay gibi hissettirmiyordu, ya da olması için yeterli değildi. Jimin derinlerde bir yerde biliyordu, şimdiye dek bilmesi gerekiyordu. Şimdiki/gelecekteki Jungkook bundan emin olmasını sağlamış olmalıydı.

Ve on yedi yaşındaki Jungkook geçmiş yüzünden usanmıştı.

"Bu artık önemli mi, Jimin?"

Jimin'in nefesi aksadı ve duymamış gibi Jungkook'a dik dik baktı, sessizlik içindeydi.

"Sana nasıl ya da neden aşık olduğum önemli mi? Önemli olan ne yapmış olduğum ve-" Sesi kesildi ve kalbi daha da hızlandı ama kendini durdurmadan kelimeler döküldü. "-şu an ne yaptığım."

Ah. Pekala. Siktir.

Jungkook kanının donduğuna yemin edebilirdi. Savunmasız ve deşifre olmuş gibi hissetti. Aklı, en azından herkesin söylediği bu, bilirsin gibi bir mazeret söylemek için çırpınıyordu ama çenesi kilitlendi ve Jimin'in somurtmasının yumuşaması yüzünden alıkondu, tam anlamıyla dili tutulmuştu.

Sonunda ayaklarına baktı, ihtiyatla burnunu çekti. "Tıpkı... tıpkı onun gibi konuştun."

Benim Jungkook'um.

Ve o sözleri söylemek hiç bu kadar rahatlatmamıştı.


___

Gerçekten ortam yok xlslşxşsls Ya yirmi gün bölüm atmıyorum ya da günde iki bölüm atıyorum :")

Tammmm gaz devam!

Sevgiler💓

Falling For You Again • Jikook [Çeviri]Where stories live. Discover now