Neden ağladığımdan bile emin değildim. Yüreğimi dolduran tüm korku, endişe, hüzün, sevinç dışarı çıkmaya çalışıyor gibiydi. Hiçbir şey anlayamıyordum.

'Bir rüya gördüm.' diye yanıtladım sesimin düzgün çıkacağından emin olduktan sonra. 'Çok güzel bir çocuk vardı.' Hiçbir şey söylemeden yüzüme bakmaya devam etti. Bakışlarında şefkat, mutluluk ve rahatlama vardı. Kelimelere dökmese de hissedebiliyordum. Sanki zihnindeymişim gibi. Sanki o benmişim gibi.

O an hatırladım.

Ben ölüyordum.

Valentine ölüyordu. Kollarımda yanarak ölmek başına gelebilecek en güzel ölümmüş gibi gülümseyerek bana bakıyordu. Korktuğumu hatırlıyordum. Fakat çok geçmeden her şey karanlığa gömülmüştü. Haykırışlarımı kimseye duyuramadan bilinçsizliğin içine çekilmiştim.

Elimi Valentine'nin yanağına koydum. Sıcaktı, sağlıklı görünüyordu. Boynuna, ellerine indirdim bakışlarımı.

'Ben iyiyim, Ige.'

'Ama yanıyordun.'

'Evet fakat şu an hiç olmadığım kadar sağlıklıyım.' Burnumun ucuna bir öpücük kondurdu. 'Senin ve babamın kanı sayesinde.' Kaşlarımı çatarak yüzüne bakmaya devam ettim. Bu da ne demek oluyordu?

Açıklama bekledim fakat gülümsemeye devam ediyordu. Gözlerimin önüne bir görüntü düştü.

Michael ve Kristianna'nın sıcacık anıları... Kristianna'nın minik bir çocuğu sevgiyle kucaklayışı...Valentine...

Dehşet içinde açık kalan ağzımı kapattığımda Valentine yüksek sesli bir kahkaha attı.

'Bunu benden önce öğrendin. Neden bu kadar şaşırıyorsun?'

'Çünkü öğrendiğimin farkında bile değildim. Tanrım, bunu daha önce anlamalıydım. benziyorsunuz!'

'Herkes öyle söylüyor.' Kaşlarım çatıldı.

'Herkes mi? Herkes kim?' Cevap vermek yerine yüzünde gizemli bir gülümsemeyle elimden tutup ayağa kalkmamı sağladı. Acele etmeden benimle birlikte kapıya doğru yürüdü. Her bir adımda etraf gittikçe tanıdık gelmeye, dışarıda yankılanan sesler anlam kazanmaya başladı. Fakat Valentine kapıyı açtığında kesinlikle böylesine bir manzara beklemiyordum.

Gerçekten de herkes buradaydı, Michael'ın bahçesinde. Gördüklerimden emin olmak için gözlerimi kırpıştırarak tekrar baktım.

Hala oradaydılar. Hala rüyadaydım sanki.

Miranda, Norah ve Alexandra kendi aralarında kıkırdaşarak bir şeyler konuşuyordu. Yorgo, Yavuz, Savaş ve Arçin nehrin ortasındaki taşta silahlarını bilerken insanken kimin daha iyi at kullandığına dair neredeyse kavga denebilecek hararetli bir tartışma içindeydi. Uranüs Sarah'nın saçlarını örüyor, Fabian Arthit ile çay içiyordu.

'Ne kadar süredir uyuyorum ben?' diye sordum hayretler içinde.

'İki ayı biraz geçti.'

'İki ay mı?' diye tekrar ettim neredeyse bağırarak. Tüm bakışların bana döndüğünü hissedebiliyordum fakat o kadar şaşkındım ki doğru düzgün tepki bile veremiyordum. Valentine ise sanki her şey normalmiş gibi sakince yüzüme bakmaya devam ediyordu. 'Ben... Hatırlayamıyorum.'

'Önemli değil. Şu an burada, benimle oluşundan başka hiçbir şey önemli değil.' dedi başımı ellerimin arasına alıp dudaklarıma yumuşak bir öpücük kondururken.

'Ama-' İtirazımı öpüşünü daha da derinleştirerek yarıda kesti. Kafam karışık olsa da bedenim hasret duyduğum bu sıcaklığa, bu güven hissine çabuk tepki vermişti. Göz açıp kapayıncaya kadar kendimi kolları arasında erirken buldum.

SEKİZ- CEHENNEMİN KANATLARI (TAMAMLANDI)حيث تعيش القصص. اكتشف الآن