Jungkook avucunu baldırına kapattı. "Arayı yapmayı yapmayı düşündün mü? Ya da... Her neyse."

Namjoon'un koyu halkalarını ve yaşlanmış ifadesini görmüştü, ve bu ışıldamanın tam tersiydi, yaşamaya seven, bilgiye aç olduğunu düşündüğü arkadaşı. Günümüz Namjoon'u hemen hemen kendisinin geçmişteki halinin bir gölgesiydi.

Seokjin mutsuzca gülümsedi. "Tabiiki." Jungkook sessizliğini sürdürürken, detaylandırmasını bekliyordu. "Bilmiyorum, sanırım şimdi yeniden denemek bir hata olur. Onu özleyebildiğim ve mağlup hissetmediğim bir an olması gerekiyormuş gibi hissediyorum. Yeniden heyecan verici olması gerekiyormuş gibi hissediyorum, ona geri dönme fikri beni yormamalı, biliyorsun?"

Hayır, bilmiyorum.

"Evet." dedi Jungkook yine de ve gerginlik odayı doldururken saçını gözlerinden çekti. "Ama ya o an bir daha asla gelmezse?"

"O halde biz olmamalıydık." Seokjin bilgisayarına geri döndü ve yazmaya devam etti, sesi baskın ama iyimserdi. "Sorun yok, Kook, bazen böyledir. Her zaman birlikte olacağını düşündüğün biriyle olmazsın."

Jungkook aşağıya baktı ve huzursuzlandı, parmaklarını birbirine geçirdi, kolları  dizlerinin üzerindeydi. Sanırım bu doğru, bilmeliyim.

"Sen ve Jimin nasılsınız?" Seokjin'in sesi daha yumuşak ama meraklıydı.

"Naziğim, söz veriyorum."

"Öyle umuyorum ki senin yeni yetme haline ikinci kez sabırla katlanıyor." Ciddileşmeden şakayla karışık söyledi Seokjin. "Ama, cidden?"

Jungkook boynunun arkasını ovdu. "İyiyiz."

Başka ne diyeceğini gerçekten bilmiyordu
-kavga etmiyorlar ya da birbirlerinden kaçmıyorlardı yani bu iyiydi, değil mi? Elbette ki, kızgınlıkları arttığında gergin anlar geçirmişlerdi, ama baş ediyorlardı. Anılarının geri gelmesini beklemek -esasen, yeni bir hayatın içine atlamıştı, bir yabancının ilişkisinin içine- birlik ve zorla yaşamak Jungkook'un seçimi değildi. Gerçekten kim olduğunu bilmeden kendi adına herhangi bir karar veremiyordu. Sadece çıkıp Jimin'i terk edemiyordu.

Hayır, bunu kesinlikle yapamıyordu.

Seokjin stetoskopa bakmaya devam etti ve sesinin tonu değişti, neredeyse çok günlük bir şeymiş gibi söylemeye çalışıyordu. "Ve iyi yiyor mu?"

Yemek? Bu da nereden çıkmıştı?

"Ne?" Jungkook aptal bir şekilde cevapladı, bu soru garip bir biçimde görünmüştü.

"Yiyor mu?" Seokjin tekrarladı ve irdeleyen gözlerle ruhunun içine bakmak üzereymiş ve onun şuursuzluğundan bir cevap koparacakmış gibiydi.

"Uh... akşam yemeğini birlikte yiyoruz, bazen de kahvaltıyı. Evet, bence yiyor, demek istediğim -yemeğin ağzına girdiğinden emin olmak için gerçekten bakmıyorum
-bilmiyorum..." Seokjin tek kaşını kaldırınca Jungkook olduğu yerde sindi, şüphesiz ki onun on-yedi-yaşındaki-kıçını yargılıyordu.

Seokjin bilgisayarının ekranına dönmeden önce bir "hmm " sesi çıkardı.

"Bu neden önemli? Yani, neden sordun?" Jungkook duruşunu dikleştirdi, şüpheliydi. Jimin'i açlıktan öldürdüğümü falan mı sanıyor? Ben o kadar çok yemiyorum.

"Henüz bunu hatırlamamışsın evet, anlıyorum." Seokjin not aldı ve birden üzgün Jimin'in dans stüdyosundaki görüntüsü geri geldi, ve önceki gün edilen kavganın. Bir yerde Jungkook'un parmağını üzerine basamadığı bir bağlantı vardı, hala araba kazasından beri iyileşmeye çalışan aklının gerilerine gömülmüş şey. "Bunu sana söylemesi gerekenin ben olduğumu düşünmüyorum."

Falling For You Again • Jikook [Çeviri]Where stories live. Discover now