23- kal, gitme; canım ağrıyor

3.9K 389 179
                                    


 Üşümüş parmakları soğuk metali aşağı doğru çektiğinde sessizliği yutan bir gıcırtı kulaklarını tırmaladı. Sabah olmuştu. Gözleri, yorgun olduklarını göz altlarına çizdikleri mor halkalarla haykırıyor, o ise, bedenini kasıp kavuran heyecanın sancısını her bir zerresinde hissediyordu. Yorgunluk önemli değildi. Uyku. Açlık. Yakalanma korkusu. Hiçbirinin bir su damlası kadar önemi yoktu gözünde şu an. 

Bacakları uyuşana kadar oturdukları o çatı katında, güneşin parıltıları gözlerini yakana kadar kalmışlardı. Yoongi uyumak üzereydi. Bunu zaten küçük olan gözlerinin daha da kısılmasıyla rahatça anlayabilmişti. Yine de henüz değil, demişti kendine. Doğru zaman şimdi değildi, az sonrasıydı. Biraz daha dayanmasını diliyordu ve bu içten dileği kabul olmuşa benziyordu.

Siyah pelerinlerine tünemiş yüz binlerce toz tanesini silkeleyip, çatırdayan kemikleriyle ayağa kalktıklarında yapacakları fazla bir şey yoktu. Derslerinin başlamasına muhtemelen üç saat kadar vardı ve bu süre içinde yapacakları en mantıklı şey biraz uykunun hasretiyle yanan yorgun bedenlerini dinlendirmek olurdu. En azından Yoongi, böyle olması gerektiğini düşünüyordu fakat yine de, onun da yanındaki çocuktan ayrılmak için gerçek bir hamlede bulunduğu yoktu. 

Geldikleri merdivenleri aynı kaygısız sessizlikle inmiş, hala daha derin bir uykunun kollarında istirahat eden koridorları geçerken saydam adımlarını özenle tüketmişlerdi. Yoongi, bittiğini sanıyordu. Bitmişti ve birazdan ayrılacaklardı. Onu durduran tek şeyse, bileğini nazikçe kavrayan parmaklar olmuştu. 

"Bir yer daha," demişti, Jungkook. Sesi biraz kaygı, biraz heyecan bol miktarda da beklenti doluydu. "gitmek istediğim son bir yer daha var." Cümlesini tamamlar tamamlamaz kısa olanın gözlerine inkar edemeyeceği bir ihtiyaçla yalvarmıştı fakat buna gerek olmadığını fark edemiyordu. Yoongi onunla istediği her yere gelirdi. 

"Gidelim." Uyku dolu sesine rağmen sorgusuz sualsiz kabullenmişti. Nitekim, bu Jungkook'un ödülünün son damlasıydı ve bunu ona vermemek doğru olmazdı. 

Bileğini saran uzun parmakları savuşturmadı. Dudakları kısa bir tebessümü konaklamışken diğerinin savsak adımlarına ayak uydurmakla yetindi. Nereye gittiklerini merak ediyordu fakat sorma gereği duymamıştı, her ne ise birazdan görecekti zaten. Altı yılını her bir karışında geçirdiği birçok koridordan bir yılanın kıvraklığıyla akıp geçtiler. Yürüdükçe gözleri etrafı daha iyi tarıyor, az önce ışıklarını kapatmak için yanıp tutuşan göz kapakları, bu sefer büyük bir heyecanla karşılaşacağı sonu merak ediyordu. 

Ve işte, şimdi buradalardı. Belki de her bir taşını ezbere bildiği koridor, henüz güneşin sıcak berraklığından nasibini almamışcasına gri bir matlığın içinde yüzüyor, kapıya doğru attıkları her adımda, bileğindeki elin kasıldığını hissediyordu. 

Nefesi boğazını yaktı, gözleri bir an için kendine dönen siyah irislerde takılı kaldı. Buradalardı. 

Her şeyin başlangıcı, Yoongi'nin en büyük can ağrısı, en büyülü can atışı. Şimdi önünde durdukları kapıda çoktan diğerinin önderliğini kabul etmişken, sesini bulup ağzını açması birkaç saniyesini almıştı.

"Burası mı?" Sesi kulaklarına bir mil uzaktanmış gibi ekolu geliyordu şimdi. Jungkook, omzunun üzerinden kafasını sallayarak onayladığında, "Neden?" dedi bu sefer. Neden?

Jungkook, havada ağırlık yapan soruyu sessizlikle karşılamıştı. Parmakları yüksek kapının paslı kolunu çekip açmış, birbirine kenetli bedenlerini ardı ardına içeri taşımıştı. 

mirror of erised ϟ yoonkookजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें