-YEDİNCİ KİTAP -

Start from the beginning
                                    

Jean Valjean'ı görür görmez:

- Babacığım siz misiniz? dedi. Şu sersem Basque esrarlı havalar takınmıştı! Çok erken geldiniz. Daha saat yarım. Cosette uyuyor.

Marius'un Mösyö Fauchelevent'a söylediği bu "Babacığım" sözü, yüce bir mutluluk demekti. Bilindiği gibi aralarında sürekli soğukluk, gerginlik, kırılması ya da eritilmesi gereken buzlar olmuştu. Marius öyle bir sarhoşluk haline girmişti ki soğukluk kalkmış, buzlar erimeye başlamıştı. Mösyö Fauchelevent da Cosette için olduğu kadar, onun için de bir baba olmuştu.

- Sizi gördüğüme ne kadar sevindim! Bilseniz dün sizi ne kadar çok aradık. Eliniz nasıl oldu? Daha iyi, değil mi? İkimiz de sizi andık. Cosette sizi fazlasıyla seviyor, odanızın burada olduğunu sakın unutmayın. Homme-Armé Sokağı'nı istemiyoruz artık. Bozuk, homurtulu, çirkin, bir ucunda parmaklık olan, insanı üşüten, içine girilemeyen öyle bir sokakta nasıl da oturabildiniz? Buraya yerleşeceksiniz. Hem de şu andan itibaren. Bakın haber vereyim. Cosette ikimizi de parmağının ucunda oynatmak istiyor. Odanızı gördünüz, değil mi? Bizimkinin yanı başında, bahçelere bakan bir penceresi var. Her şey sizin için hazırlandı, bir gelmeniz kaldı. Cosette yatağınızın yanına Utrecht kadifesiyle kaplı büyük bir koltuk yerleştirdi; pencerenizin karşısındaki akasya ağaçlarına iki aya kalmaz bülbül gelir. Onun yuvası solunuzda, bizimkisi ise sağınızda. Gece bülbül şakır, gündüz de Cosette konuşur; Cosette odanızın güneyden yana olan kısmına kitaplarınızı yerleştirir. Kaptan Cook'un gezileri, bir de öbürü, Vancouver'ınkini. Galiba sizin çok önem verdiğiniz küçük bir valiz varmış, onun için de özel bir yer ayırdım. Büyükbabamla iyi uyuşuyorsunuz. Hep beraber yaşarız. Whist oyununu bilir misiniz? İşte o zaman büyükbabamı mutlu edersiniz. Benim adliyede meşgul olduğum günlerde Cosette'i siz gezdirirsiniz. Eskiden Lüksemburg'da olduğu gibi ona kolunuzu verirsiniz. Biz fazlasıyla mutlu olmaya karar verdik. Siz de bizim mutluluğumuza katılacaksınız, babacığım, anladınız mı? Tabii ki bugün yemekte bizimle berabersiniz, değil mi?

- Mösyö, size söyleyecek bir sözüm var. Ben eski bir kürek mahkûmuyum!

Duyulabilecek tiz seslerin sınırı kulak için aşılabilir, zihin içinde. Şu Mösyö Fauchelevent'ın ağzından çıkıp Marius'un kulağına giren "Ben eski bir kürek mahkûmuyum" kelimeleri de duymanın sınırlarım aşıyordu. Marius duymadı. Kendisine bir şey söylendiğini sandı, ama anlayamadı ne olduğunu.

O zaman kendisiyle konuşan adamın korkunç bir görünüşü olduğunu gördü. Kendi parlak ruh durumu içinde o ana kadar karşısındaki korkunç solukluğu fark etmemişti.

Jean Valjean sağ kolunu tutan kara mendili çözdü, eline sarılı bezleri açtı, başparmağını açığa çıkardı, Marius'a gösterdi:

- Elimde bir şey yok.

Başparmağa baktı Marius:

- Zaten parmağıma bir şey olmamıştı. Sizin evlenmenizde bulunmamam gerekiyordu. Elimden geldiği kadar da bulunmadım. Bir sahtekârlık yaparak evlenme akitlerinizi hükümsüz kılmayayım diye, imza atmaktan kaçınmak için bu yarayı icat ettim.

Marius kızararak sordu:

- Ne demek istiyorsunuz?

- Bunun anlamı şu, diye cevap verdi Jean Valjean, küreğe mahkûm olmuştum.

- Beni delirtiyorsunuz, diye haykırdı Marius dehşetle.

- On dokuz yıl kürekteydim, Bay Pontmercy. Hırsızlıktan. Sonra müebbet hapis. Hırsızlıktan. Sabıkadan. Şimdi ise hapishane kaçağıyım.

Marius gerçeğin önünden ne kadar kaçarsa kaçsın ve konuyu reddetsin, kesinliğine karşı çıksın, kabul etmek zorundaydı. Anlamaya başladı. Böyle durumlarda her zaman olduğu gibi, olduğundan fazlasını anladı. İğrenç bir olayın ortaya çıkmasının korkunçluğunu duydu. Aklından bir düşünce geçti, titredi. Kendisi için çirkin bir kader görür gibi oldu.

SefillerWhere stories live. Discover now