-YEDİNCİ KİTAP -

198 8 0
                                    


Ağu Kasesinin Son Yudumu

I

YEDİNCİ DÖNENCE VE SEKİZİNCİ GÖK

Düğünlerin ertesi günü tenha olur; saygı gösterilir mutlu insanların yalnızlığına. Bir de, biraz geciken uykularına. Ziyaretlerin ve kutlamaların gürültü patırtısı daha sonra başlar.

17 Şubat sabahı Basque bekleme odasını toz beziyle temizlemekteyken kapının hafifçe vurulduğunu işittiğinde vakit öğleyi geçiyordu. Kapının çıngırağı çalınmamıştı, saygılı bir davranıştı bu böyle bir günde. Basque kapıyı açtı. Mösyö Fauchelevent'ı gördü; onu, hâlâ dağınık, altı üstüne gelmiş olan, bir gün önceki cümbüşün şimdi savaş alanına benzeyen salonuna aldı.

- Görüyorsunuz, mösyö, yeni kalktık da!

- Efendiniz kalktı mı?

- Kolunuz nasıl oldu? diye cevap verdi Basque.

- Daha iyi. Efendiniz kalktı mı?

- Hangisi? Eskisi mi, yenisi mi?

- Mösyö Pontmercy.

- Mösyö Baron mu? diye dikleşti Basque.

Baron, özellikle uşakları için barondur. Bundan uşaklara bir şeref payı sıçrar, bir filozofun dediği gibi, üzerlerinde unvan zifosu vardır; bu da uşakların hoşuna gider. Şunu da belirtelim. Marius çalışkan bir cumhuriyetçiydi ve bunu da ispat etmişti. Şimdi ise kendi isteği dışında barondu. Bu unvan konusunda, ailede küçük bir devrim olmuştu. Şimdi ona Mösyö Gillenormand önem veriyordu. Marius ise kaçmıyordu. Ama Albay Pontmercy, "Oğlum unvanını taşıyacaktır!" demişti.

Marius buna boyun eğiyordu. Sonra, içinde yavaş yavaş kadınlık filizlenmeye başladığı için, Cosette de barones olmaktan mutluydu.

- Mösyö Baron mu? Gidip bakayım, sizin geldiğinizi kendisine bildireyim.

- Hayır, Mösyö Fauchelevent geldi, demeyin. Kendisiyle özel olarak görüşmek isteyen birinin geldiğini söyleyin.

-Ya! dediBasque.

- Kendisine bir sürpriz yapmak istiyorum.

-Ya! diye tekrarladı Basque ama bu ikinci "Ya"yı söyleyişindeki edada, kendisi için bir açıklama vardı âdeta.

Uşak çıkmış, Jean Valjean yalnız kalmıştı. Dediğimiz gibi, karmakarışıktı salon. Parkenin üzerinde çelenklerden, kadınların saçlarından düşen çiçekler vardı. Sonuna kadar yanan mumlar avizenin kristallerine erimiş mumlardan uzantılar ekliyordu. Bütün eşyaların yeri değişmişti. Birbirine yaklaştırıp çember biçimine sokulmuş koltuklar, sanki hâlâ sohbet eder gibiydiler. Tümüyle neşeliydi burası, gene de daha bir parça güzellik vardı; birbirine karışmış odanın içindeki sandalyelerin üzerinde, şu solan çiçeklerin arasında, şu sönmüş ışıkların altında insanlar sevinç düşleri görmüştü. Güneş şu anda avizenin yerini almakta ve salonu neşeyle aydınlatmaktaydı.

Birkaç dakika geçti aradan. Basque'ın kendisini bıraktığı yerde duruyordu Jean Valjean. Rengi soluktu, gözleri çukurlaşmıştı; uykusuzluktan, kaybolmuş duygusunu uyandıracak kadar derinlemesine gömülmüşlerdi yuvalarına. Siyah kostümünde gece sırttan çıkarılmayan bir elbisenin buruşuklukları vardı. Jean Valjean ayaklarının dibine, parkenin üzerine güneşin çizdiği pencereye bakıyordu.

Kapıda duyduğu sesle irkildi. Marius, başı yukarıda, dudaklarında gülümseyiş, yüzünde bilinmez bir ışık, alnı parlak, bakışı muzaffer içeri girdi. O da uyumamıştı.

SefillerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin