-ONUNCU KİTAP-

177 7 0
                                    


5 Haziran 1832

I

MESELENİN DIŞ YÜZÜ

Ayaklanmanın terkibinde ne vardır? Hiçbir şey ve de her şey. Yavaş yavaş yayılan bir elektriklenme, birden parlayan bir alev, rastgele dolaşan bir güç, gelip geçen bir esinti. Bu esinti, bazı ağzı laf yapan kafalara, hayal kuran beyinlere, acı çeken ruhlara, yanıp tutuşan ihtiraslara, uluyan sefaletlere rastlar ve onları peşinden sürükler.

Nereye mi?

Tesadüfe bağlı. Devlete karşı, kanunlara karşı, başkalarının refahına ve küstahlığına karşı.

Rencide edilen inançlar, hayal kırıklığına uğrayıp öfkeye dönüşen heyecanlar, patlamalar, bastırılmış savaş içgüdüleri, kışkırtılan gençlik cesareti, merak, değişiklik arzusu, sürpriz merakı, insanı yeni bir temsilin afişini okumaya ya da tiyatrolarda makinistin düdük sesini sevmeye sevk eden duygu; hedefi belirsiz kinler, garezler, hayal kırıklıkları, kaderin kendisine oyun ettiğine inanan her çeşit boş gurur; maddi sıkıntılar, boş hayaller, engellerle çevrili hırslar, bir çöküşten kendine çıkış yolu bulmayı umanlar ve nihayet, hepsinin en altında yer alan o turba, ateş almaya amade o bataklık kömürü: Ayaklanmayı oluşturan unsurlar bunlardır işte.

En büyüğünden en küçüğüne, en yücesinden en aşağılığına kadar ne varsa hepsi; her şeyin dışında, başıboş, bir fırsat kollayarak dolanıp duranlar, bohemler, berduşlar, sokak serserileri, geceleri bir evsizlik barksızlık çölünde göğün soğuk bulutlarından başka altında uyuyacak bir dam bulamadan uyuyanlar, günlük ekmeklerini emeklerinden değil, tesadüflerden bekleyenler, sefaletin ve hiçliğin meçhul insanları, kolları çıplak, baldırları çıplak olanlar, hep ayaklanmaya aittirler.

Sosyal durumla, hayatla, kaderle ilgili herhangi bir şeye karşı ruhunda gizli bir isyan taşıyan herkes, ayaklanmaya yatkındır ve ayaklanma baş gösterir göstermez, için için ürpertiler geçirmeye başlar ve girdabın kendisini kapıp yukarılara doğru çektiğini hisseder.

Ayaklanma, sosyal atmosferin bir çeşit hortumu gibidir; bazı ısı şartlarında birdenbire oluşup döne döne yükselir, saldırır, gürler, koparır, yerle bir eder, ezer, yıkar, kökünden söker; hem sağlam yaradılışlıları hem çelimsizleri hem güçlü insanı hem güçsüz, düşünceliyi hem ağaç gövdelerini hem saman çöplerini sürükleyip götürür.

Vay haline, onun kapıp götürdüğünün de, karşısına çıkıp çarptığının da. Onları birbirine ezdirir.

Elde ettiklerine, bilinmez nasıl olağanüstü bir kudret aşılar! Rastgele birini olayların gücüyle doldurur. Alelade bir inşaat taşından bir gülle, hamalın birinden bir general yapar.

Bazı içten pazarlıklı siyaset kâhinlerine inanılacak olursa, iktidar açısından bakıldığında, ufak bir miktar ayaklanma şayanı temennidir. Sistem şu: Ayaklanma, yıkamadığı hükümetleri güçlendirir; orduyu sınamadan geçirir, burjuvaziyi derleyip toparlar; polisin kaslarını gerer; toplumun kemik yapısının gücünü gösterir. Ayaklanma, jimnastik yerine geçer; aşağı yukarı, sağlığı koruma işi görür. İnsan bir masajdan sonra kendini nasıl daha sıhhatli hissederse, hükümet de bir ayaklanmadan sonra kendini daha sağlıklı hisseder.

Bundan otuz yıl önce ayaklanma daha başka görüş açılarından ele alınmaktaydı.

Her konuda kendisini "sağduyu" temsilcisi diye takdim eden bir teori vardır; Alceste'e karşı Philinte; doğru ile yanlışı uzlaştırma çabası; biraz tepeden bakan bir tavırla açıklama, uyarma ve yumuşatma. Çünkü yerme ile mazur görmenin bir karışımıdır o, ve kendisini bilgelik sayar; oysa, genelde ukalalıktan başka bir şey değildir. Orta yol adı verilen bütün bir siyaset ekolü buradan çıkmıştır işte. Soğuk su ile sıcak su arasında ılık su teorisi. Baştan başa sathilik olan bu ekol, sebeplere inmeden, sonuçları inceleme masasına yatırmakla yetinen sahte derinliğiyle, bir yarınbilimin doruğundan şehir meydanı ajitasyonlarını azarlar.

SefillerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin