-ÜÇÜNCÜ KİTAP-

117 7 0
                                    


Çamur Ama Ruh

I

LAĞIM VE BEKLENMEDİK OLAYLAR

Jean Valjean Paris lağımındaydı.

Paris'le deniz arasındaki benzerliklerden biri daha: Burada da dalan bir kimse kaybolabilir.

Bu geçiş rastlanır cinsten değildi. Jean Valjean kentin göbeğinde, kentten ayrılmıştı; hem de bunu kaşla göz arasında, bir kapağın açılıp kapanma süresi içinde yapmıştı; gün ışığından zifiri karanlığa, öğle vaktinden gece yarısına, gürültüden sessizliğe, gök gürültüsünden mezar dinginliğine, sonsuz bir tehlikeden mutlak bir güvenliğe geçivermişti, Polonceau Caddesi'ndekinden çok daha şaşırtıcı bir olayla.

Birdenbire bir karanlığa düşüş, Paris'in yeraltı zindanında kaybolma, ölümün kol gezdiği bu sokaktan hayat izleri taşıyan bir mezara geçiş; oldukça garip bir dakikaydı bu. Birkaç saniye duraksadı, şaşkın şaşkın çevreyi dinliyordu. Kurtuluşun kapağı, altında açılıvermişti birdenbire. Tanrı'nın merhameti âdeta hileyle kurtarmıştı onu. Kaderin hoş tuzakları!

Yalnız yaralıda hiçbir hareket yoktu. Jean Valjean bulunduğu çukurda, taşıdığı şeyin canlı mı, ölü mü olduğunu bilmiyordu.

İlk duyduğu şey, ani bir körleşmeydi. Birdenbire hiçbir şey göremez oldu. Bunu bir anlık sağırlaşma izledi. Hiçbir şey işitemiyordu. Birkaç adım üstündeki şiddetli boğazlaşmanın gürültüsünü, söz ettiğimiz toprak kalınlığı engelliyor, ona ancak çok hafif, belirsiz, derinlerden gelen bir uğultu gibi geliyordu. Ayağını bastığı zeminin sağlam olduğunu anlamıştı, hepsi o kadar; ayrıca bu da onun için yeterliydi. Önce bir kolunu, sonra ötekini uzattı, duvarı her iki yandan da hissetti, böylece geçidin oldukça dar olduğunu anladı; ayağı kaydı, zemindeki taşlar ıslaktı. Bir delik, çukur veya uçurum bulunabileceğinden korkarak bir ayağını ihtiyatla ileri attı; taş döşeli zemin devam ediyordu. Kokulu bir esinti de nerede olduğunu bildiriyordu.

Körlüğü birkaç dakika sürdü, şimdi çevresini görebiliyordu. İçeri süzüldüğü delikten çok az ışık sızıyordu. Gözleri mahzene alıştı, bir şeyler fark edebiliyordu. İçine saklandığı koridor -bulunduğu yeri hiçbir kelime bundan daha iyi anlatamaz- arkadan duvarla örülüydü. Kendi dilinde "ana borudan ayrılan kol" diye adlandırılan o çıkmaz sokaklardan birindeydi. Önünde başka bir karanlık duvar vardı. Yukarıdaki delikten sızan ışık, Jean Valjean'ın bulunduğu yerin on, on iki adım ötesinde bitiyor, birkaç metrelik bir uzaklıkta donuk bir beyazlık yaratıyordu. Onun ötesinde karanlık artıyordu. Yola koyulmanın ürkütücü bir yanı vardı, denize batmak gibi. Oysa bu sis duvarında kaybolabilirdi, kaybolmalıydı da; hatta acele etmeliydi. Taşların altında fark ettiği o ızgarayı askerlerin de görebileceğini, her şeyin bu rastlantıya bağlı olduğunu düşündü. Onlar da bu dehlize girebilirler, araştırma yapabilirlerdi. Kaybedeceği bir dakikası bile yoktu. Yere bıraktığı Marius'u aldı -bu da tam yerinde bir sözdür- yeniden sırtlandı, yürümeye başladı, karanlıklara büyük bir kararlılıkla daldı.

Jean Valjean'ın sezinlediği kurtuluşun henüz gerçekleşmediği açıktı. Daha öncekiler kadar büyük, ancak başka türlü tehlikelerle dolu bir yolculuk bekliyordu onları. Savaşın şiddetli kasırgasından sonra ulaşılan yer, pis bataklıklar, tuzaklarla dolu geçitler, onca karışıklıktan sonra bir çirkef çukuru. Jean Valjean, cehennemin bir bölümünden öbürüne düşmüştü sanki.

Elli adım yürüdükten sonra durmak zorunda kaldı. Ortada bir sorun belirmişti: Geçit, bir başka dar, uzun yola ulaşıp onu yanlamasına kesiyordu. Ortada iki yol vardı. Hangisine sapmalıydı acaba? Sağa mı, yoksa sola mı dönmeliydi? Bu karanlıklar içindeki dehlizde yönünü nasıl bulmalıydı? Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu dehlizlerdeki eğim, tek yol göstericidir. Eğimi izlemek, ırmağa ulaşmak demektir. Jean Valjean bunu hemen anladı. Halles lağımında bulunduğunu, soldaki yolu seçip eğimi izlerse, bir çeyrek saate kadar Pont-au-Change ile Pont-Neuf arasında, Seine üzerinde bir kavşağa ulaşacağını, bunun da güpegündüz Paris'in kalabalık noktalarından birinde ortaya çıkmak olduğunu düşündü. Bir kavşaktan çıkmak da olasıydı. Ayaklarının dibinden, kanlara bulanmış iki adamın çıkmasıyla yolcuların düşeceği şaşkınlık, belediye çavuşlarının birdenbire çıkıp gelmeleri, yakındaki karakol askerlerinin silaha sarılmaları. Daha dışarı çıkmadan yakalanırlardı. En iyisi karanlıklara dalmak ve güven duygusunu yitirmemek, bir yerlerde ortaya çıkmak için de Tanrı'ya teslim olmaktı. Eğimin ters yönüne, sağa saptı.

SefillerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin