-SEKİZİNCİ KİTAP-

Start from the beginning
                                    

Neler olup bitiyordu peki bu iki varlık arasında? Hiçbir şey. Birbirlerine tapıyorlardı.

Geceleyin orada olduklarında bu bahçe, yaşayan, kutsal bir yer kesiliyordu sanki. Çevrelerinde bütün çiçekler açıyor ve onlara rayihalarını gönderiyordu. Onlar da, ruhlarını açarak çiçeklerin üzerine yayıyorlardı. Şehvetli ve kudretli bitki topluluğu bu iki masumun çevresinde özsuyla, sarhoşlukla dolup taşarak ürperiyor ve ağaçlar onların birbirlerine söyledikleri aşk sözleriyle titreşiyorlardı.

Neydi bu sözler? Birer soluk. Hepsi o kadar. Bu soluklar, bütün bu tabiatı heyecanlandırmaya, duygulandırmaya yetiyordu. Sihirli kudret. Oysa, âdeta rüzgâr alıp götürsün, yaprakların altında dumanlar gibi dağılsın diye yapılan bu konuşmaları insan bir kitapta okusa anlamakta güçlük çeker. İki sevdalının bu mırıltılarına, ruhun derinliklerinden gelip bir lir gibi eşlik eden o melodiyi bir yana atın, bir gölgeden başka bir şey kalmayacaktır geriye. Ve siz, o zaman, "Ya! Olup olacağı buymuş demek!" dersiniz. Evet öyle, bunlar birtakım çocukluklar, tekrarlar, bir hiç için gülüşmeler, gereksiz laflar, saçmalıklardır; yeryüzünde en ulvi, en derin şeylerdir! Söylenilmeye ve dinlenilmeye değer yegâne şeyler!

Bu saçmalıkları, bu yavan lafları ömründe hiç işitmemiş, hiç söylememiş olan insan, bir ahmaktır, kötü bir insandır.

Cosette, Marius'a soruyordu: "Biliyor musun..."

(Bütün bu olup bitenler arasında, bu semavi bakirlik arasında, nasıl olduğunu ikisinin de söyleyemeyeceği bir şekilde, senli-benlilik aralarına gelip girivermişti.)

- Biliyor musun? Benim adım Euphrasie.

- Euphrasie mi? Olamaz, senin adın Cosette.

- Oh! Cosette ben küçükken öylesine takılıvermiş bir isim, pek çirkin bir şey. Benim asıl adım Euphrasie. Yoksa beğenmiyor musun Euphrasie adını?

- Yoo... Beğeniyorum. Ama Cosette hiç de çirkin değil.

- Onu Euphrasie'den daha çok mu seviyorsun?

- Şey... Evet.

- Öyleyse ben de onu daha çok seviyorum. Doğru, güzel isim Cosette. Bana Cosette de.

Ve genç kızın bu söze eklediği gülümseme, bu konuşmayı göğün cennet katındaki bir ormana layık bir aşk şiiri haline getiriyordu.

Bir başka sefer, genç kız delikanlıya dimdik bakarak haykırıyordu: "Mösyö, yakışıklısınız, güzelsiniz, akıllısınız, hiç de boş kafalı değilsiniz, benden çok daha bilgilisiniz, ama şu bir söz konusunda size meydan okuyorum: Seni seviyorum!"

Ve Marius kendini, sanki göklerin ortasında bir yıldız tarafından söylenen bir nağmeyi duyar gibi hissediyordu.

Ya da öksürdüğü için, küçük bir vuruşla dokunuyordu ona genç kız; ve diyordu ki: "Öksürmeyiniz mösyö. Evimde iznim olmadan öksürülsün istemem. Öksürüp beni kaygılandırmak çok çirkin şeydir. Sağlığının yerinde olmasını isterim; çünkü her şeyden önce, sağlığın yerinde olmazsa ben çok mutsuz olurum. Elimde değil, ne yapayım?"

Tanrısal bir taraf vardı bu sade sözlerde.

Bir keresinde de Marius, Cosette'e şöyle dedi: "Düşünebiliyor musun, bir zamanlar senin adının Ursule olduğunu sanmıştım."

Bu onları bütün gece boyunca güldürmüştü.

Başka bir konuşma sırasında, Marius şöyle haykıracak oldu: "Ah! Bir gün Lüksemburg'da bir sakatın sakatlığını tamamlayasım gelmişti içimden!"

Ama daha fazla konuşmadan sözünü kesti. Aksi halde Cosette'in çorap bağından söz etmesi gerekecekti ki, onun için imkânsız bir şeydi bu. Bilinmedik bir şeye dokunmak vardı bunun ucunda: ten. Halbuki bu muazzam, bu masum aşk âdeta kutsal bir korkuyla önünde geri çekiliyordu onun.

SefillerWhere stories live. Discover now