-ÜÇÜNCÜ KİTAP-

Start from the beginning
                                    

1829 yılı Ekim ayında yaşlıca bir adam çıkagelip evi olduğu gibi, pek tabii olarak arkadaki ek bina ve Babylone Sokağı'na açılan dehlizle birlikte kiralamıştı. Bu geçidin iki kapısının gizli açılıp kapanma tertibatını da yeniden yaptırmıştı. Söylediğimiz gibi, ev aşağı yukarı hâlâ mahkeme başkanının eski eşyasıyla döşeli bulunuyordu. Yeni kiracı bazı onaranlar yaptırmış, şurada burada bazı eksikleri tamamlatmış, avluya taşlar, yerlere döşeme tuğlaları, merdivenlere basamaklar, parkelere tahtalar, pencerelere camlar koydurmuş ve en sonunda bir genç kız ve bir yaşlı hizmetçiyle birlikte gürültüsüz patırtısız, evine giren bir kimseden çok evinden içeri süzülen bir kimse gibi gelip yerleşmişti. Komşular hiç dedikodu etmediler çünkü zaten komşu yoktu.

Bu az eşyalı kiracı Jean Valjean, genç kız da Cosette'ti. Hizmetçi ise Jean Valjean'ın hastaneden ve sefaletten kurtardığı Toussaint adında yaşlı, taşralı, kekeme bir kızdı; bu üç vasfından dolayı Jean Valjean onu yanına almaya karar vermişti. Evi gelir sahibi Mösyö Fauchelevent adıyla kiralamıştı. Yukarıda anlattığımız bütün olaylarda okuyucu hiç şüphesiz Jean Valjean'ı tanımakta Thénardier katlar bile gecikmemiştir.

Petit-Picpus Manastırından niçin ayrılmıştı acaba Jean Valjean? Ne olmuştu?

Hiçbir şey olmamıştı.

Hatırlanacağı gibi Jean Valjean manastırda mutluydu, o kadar mutluydu ki sonunda vicdanı bundan kaygı duymaya başlamıştı. Cosette'i her gün görüyor, içinde babalık duygusunun doğup gittikçe geliştiğini hissediyor, bütün ruhuyla bu çocuğun üzerine titriyordu. Cosette'in kendisine ait olduğunu, hiçbir kuvvetin onu kentlisinden ayıramayacağını, bunun böyle sürüp gideceğini, her gün ufak ufak teşvik edildiğinden sonunda onun mutlaka rahibe olacağını, böylece manastırın kendisi için olduğu gibi onun için de şimdiden sonra bütün âlem demek olduğunu, kendisinin burada ihtiyarlayacağını, onun burada büyüyeceğini, kendisinin burada öleceğini, kısacası -tatlı umut- hiçbir ayrılık ihtimali bulunmadığını düşünüyordu. Jean Valjean bunları düşünürken tereddüde düştü. Kendi kendini sorguya çekti. Bu mutluluk acaba tümüyle kendine ait bir mutluluk muydu, yoksa başka birinin mutluluğunun da bunda payı var mıydı? Bu ihtiyar haliyle o çocuğun mutluluğuna da el koymuyor, bunu çalmıyor muydu? Kendi kendine, "Hayattan vazgeçmeden önce, hayatı tanımaktır bu çocuğun hakkı," diyordu. Bütün gailelerden onu kurtarmak bahanesiyle peşin peşin ve âdeta ona hiç danışmaksızın bütün zevkleri onun elinden çekip almak, onda suni bir istek filizlendirmek için onun cehaletinden ve kimsesizliğinden yararlanmak; sonuç olarak insani bir varlığı ucubeleştirmek Tanrı'ya yalan söylemekti. Kim bilir, belki de Cosette günün birinde bütün bunların farkına varacak, rahibe olduğu için pişmanlık duyacak ve ondan nefret edecekti. Bu son düşünce oldukça bencil bir düşünceydi, ötekilerden daha az kahramancaydı ama onun için tahammül edilmez bir şeydi. Manastırdan ayrılmaya karar verdi.

Buna karar verdi, bunun böyle olması gerektiğini üzülerek kabul etti. Buna karşı yapılabilecek itirazlara gelince, hiçbir itiraz olamazdı. Bu dört duvar arasında geçen beş yıl, bu kayboluş korku unsurlarını muhakkak ki yok etmiş ya da dağıtmıştı. Yeniden rahatça insanların arasına girebilirdi. İhtiyarlamıştı, her şey değişmişti. Artık kim tanıyabilirdi ki onu? Hem sonra, en kötü ihtimalle, tehlike yalnız onun için vardı, kendisi küreğe mahkûm edilmiş olduğu için Cosette'i de manastır hayatına mahkûm etmeye hakkı yoktu. Zaten ödev karşısında tehlike nedir ki? Nihayet ihtiyatlı olmaktan, tedbirlerini almaktan onu meneden bir şey de yoktu.

Cosette'in eğitimine gelince, bu hemen hemen bitmiş, tamamlanmıştı.

Kararını bir kere verince, fırsat kollamaya başladı. Bu da çıkmakta gecikmedi. İhtiyar Fauchelevent öldü.

SefillerWhere stories live. Discover now