-DÖRDÜNCÜ KİTAP-

En başından başla
                                    

Toplumun durup dinlenmeden entelektüel ve ahlaki seviyeyi yükseltmeye, bilimin geçer akçe olmasına, fikirlerin yaygınlaşmasına, gençliğin ruhen yücelmesine çalışılmasını istiyordu. Halen kullanılmakta olan metotların kısırlığının, klasik denen iki üç yüzyıllık bir devreyle sınırlı edebi görüşteki sefaletin, resmî allamelerin despotça dogmatizminin, skolastik önyargıların ve âdetlerin sonunda kolejlerimizi birer suni istiridye tarlası haline getirmesinden korkuyordu. Bilgindi, püristti, titiz ve dakikti, politeknikti, çok sabırlı bir inceleyiciydi ve aynı zamanda, dostlarının dediği gibi, "kuruntuya varacak derecede" düşünmeyi severdi. Bütün hayallere inanırdı: şimendifere, cerrahi müdahalelerde acının yok edileceğine, karanlık odada hayallerin tespitine, elektrikli telgrafa, balonların yönetilebileceğine, her şeye. Zaten batıl inanışların, despotizmin, önyargıların insanlığa karşı her yerde inşa etmiş olduğu kalelerden pek korkmuyordu. Bilimin sonunda durumu tersine çevireceğini düşünenlerdendi. Enjolras bir lider, Combeferre bir rehberdi. İnsan, onlardan biriyle dövüşmek, ötekisiyle yürümek isterdi. Bu demek değildir ki Combeferre dövüşmekten acizdi; sırasında engelle göğüs göğüse kapışmaktan ve bütün gücüyle, parlayıp patlayarak ona saldırmaktan asla kaçınmazdı. Fakat, insanlığı yavaş yavaş, ona aksiyomları öğreterek, pozitif yasalar ilan ederek, kendi kaderiyle uyuşur hale getirmek onun daha çok hoşuna gidiyordu; ve iki çeşit aydınlatma arasında, eğilimi yakmaktan çok nurlandırmaktan yanaydı. Yangın da şüphesiz bir şafak yaratabilir, ama ne diye günün doğmasını beklememeli? Bir yanardağ da aydınlatır, ama gün ışığı daha iyi aydınlatır. Combeferre güzelin beyazlığını, yücenin alev alev yanışına tercih ediyordu belki de. Dumanla bulanıklaşmış bir aydınlık, şiddet pahasına satın alınan bir ilerleme, bu şefkatli ve ciddi kafayı ancak yarı yarıya tatmin ediyordu. Bir halkın hakikate doğru kafa üstü çakılması, bir 93, onu ürkütüyordu; ama durgunluk, hareketsizlik de onu tiksindiriyordu, bunda çürümenin, ölümün kokusunu duyuyordu. Kısacası köpüğü, kokuşmuş bataklık buharına; seli, çirkef birikintisine; Niagara Şelalesi'ni, Montfaucon Gölü'ne tercih ediyordu. Hasılı, ne hareketsizlik istiyordu ne de sürat. Mutlak olana şövalyece tutkun olan esip savurucu dostları görkemli devrimci maceralara tapındıkları, davetiye çıkardıkları halde, Combeferre ilerlemenin, iyi olan ilerlemenin, kendi başına yapacağını yapmasından yanaydı. Ateşli değildi belki, ama saf ve temizdi; metodik ama kusursuzdu; soğuk ama sarsılmazdı... Combeferre, geleceğin olanca saflığıyla gelmesi ve halkların erdemli ve büyük gelişimini hiçbir şeyin bulandırmaması için diz çöküp ellerini kavuşturabilirdi. "İyinin masum olması gerekir," diye tekrarlardı daima. Gerçekten de devrimin büyüklüğü eğer göz alıcı ideale dimdik bakıp, pençelerinde kan ve ateşle yıldırımlar arasında ona doğru uçmaksa, ilerlemenin güzelliği de lekesiz olmaktır; ve bunlardan birini temsil eden Washington'la öbürünü cisimleştiren Danton arasındaki fark, kuğu kanatlı melekle, kartal kanatlı melek arasındaki farktır.

Jean Prouvaire, Combeferre'den de yumuşak bir nüans göstermekteydi. Ortaçağın incelenmesini zorunlu bir ihtiyaç haline getiren güçlü ve derin harekete karışan geçici bir küçük heves dolayısıyla Jean, kendisine Jehan diyordu. Âşıktı Jean Prouvaire; saksıda çiçek yetiştirir, flüt çalar, şiir yazar, halkı sever, kadınlara acır, çocuklar için gözyaşı döker, geleceği ve Tanrı'yı aynı inanç içinde karıştırır ve Andre Chenier gibi muhteşem bir başı düşürdüğü için devrime lanet ederdi. Sesi genellikle narinken, birdenbire erkekleşirdi. Allamelik derecesinde okumuştu ve hemen hemen bir oryantalistti. Her şeyden önce iyiydi; ve iyiliğin büyüklüğe ne kadar yakın olduğunu bilenler için pek tabii olduğu üzere, şiirde enginliği tercih ederdi. İtalyanca, Latince, Grekçe ve İbranice bilirdi. Bu da onun sadece dört şairi okumasına yarıyordu: Dante, Juvenalis, Aiskhylos ve İşaya. Fransızcada Corneille'i Racine'e, Agrippa d'Aubigne'yi de Corneille'e tercih ederdi. Peygamberçiçeği ve yulaf tarlalarında dolaşmaktan hoşlanır, olaylarla olduğu kadar bulutlarla da meşgul olurdu. Düşüncesinin iki tavrı vardı; biri insandan yana, öbürü tanrıdan yana. Ya incelemeye ya da seyre dalardı. Bütün gün sosyal meseleleri derinlemesine araştırırdı. Ücret, sermaye, kredi, evlilik, düşünce özgürlüğü, sevme özgürlüğü, öğretim, ceza sistemi, sefalet, ortaklık, mülkiyet, üretim, bölüşüm: insanlık denen karınca yuvasına gölgesini salan temel bilmeceler. Geceleri de yıldızları, o muazzam varlıkları seyrederdi. O da Enjolras gibi tek evlattı ve zengindi. Sakin sakin konuşur, başını eğer, gözlerini yere indirir, sıkıntılı sıkıntılı gülümser, kötü giyinirdi; beceriksiz bir hali vardı, bir hiç yüzünden kızarırdı, çok çekingendi. Aslında gözü pekti.

SefillerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin