NEŞELİ ANLAR

En başından başla
                                    

"Peder, cimrilik etmekten suçluyum. Peder, zina etmekten suçluyum. Peder, gözlerimi beylere çevirmekten suçluyum."

Dört beş yaşlarındaki mavi gözlerin dinlediği şu hikâye, altı yaşında bir pembe ağız tarafından bu bahçenin çimen parklarından biri üzerinde uydurulmuştur:

"Üç küçük horoz vardı. Bunlar pek çok çiçeği olan bir memleketin sahibiydiler. Horozlar çiçekleri topladılar, ceplerine koydular. Sonra yaprakları topladılar, bunları da oyuncaklarının içine koydular. Memlekette bir kurt vardı, birçok da orman vardı; kurt da ormandaydı ve küçük horozları yedi."

Ve sonra şu nazım parçası:

Bir sopa indi pat diye.

Soytarı vurdu onu kediye.

İyi gelmedi ona bu, canını yaktı.

Bir hanım da soytarıyı hapse attı.

Bu hem tatlı hem üzücü sözler de terk edilmiş bir küçük kız tarafından burada söylenmiştir. Bulunan çocuğu manastır Allah rızası için almış, bakıp büyütüyordu. Kızcağız başka kızların annelerinden söz ettiklerini işitiyordu. O da kendi köşesinde mırıldandı: "Ben doğduğum zaman annem orada değildi. Manastırın dışarı işlerine bakan şişman bir rahibe vardı. Her zaman elinde bir deste anahtarla telaşlı telaşlı koridorlarda gidip geldiği görülürdü. Adı Agathe Hemşire'ydi. Büyük büyükler -on yaşından yukarı olanlar- ona Agathocles adını takmışlardı."

Yemekhane bahçeyle düz ayak, sütun kemerleri oymalı bir galeriden başka bir yerden gün ışığı almayan uzun dikdörtgen biçiminde büyük bir salondu; karanlık ve rutubetliydi ve de çocukların dedikleri gibi hayvan doluydu. Bitişiğinde bulunan her yer böcek sakinlerinden bir kısmını buraya yolluyordu.

Yemekhanenin dört köşesinden her birine öğrencilerin dilinde ayrı, anlamlı bir ad takılmıştı. Örümcek köşesi, tırtıl köşesi, tespihböceği köşesi, cırcırböceği köşesi vardı. Tespihböceği köşesi mutfağın yanındaydı ve çok tutulan bir köşeydi. Başka yerlere göre daha az üşünüyordu orada. Bu adlar yemekhaneden okula da geçmişti ve eski Mazarin Koleji'nde olduğu gibi, dört ayrı milleti belirtmeye yarıyordu. Her öğrenci, yemek saatlerinde yemekhanede oturduğu köşeye göre bu dört milletten birine giriyordu. Bir gün, ruhani bölgesini teftişe çıkan Monsenyör Başpiskopos okula uğramıştı. Önünden geçtiği sınıfa nefis sarı saçlı, al al yanaklı, güzel bir küçük kızın girdiğini gördü; yanında bulunan körpe yanaklı, esmer, sevimli bir başka öğrenciye sordu:

- Bu kim bu?

- Bir örümcek, Monsenyör.

- Ya! Peki şu öteki?

- O bir cırcırböceği.

- Peki şuradaki?

- O bir tırtıl.

- Çok tuhaf, öyleyse siz nesiniz?

- Ben tespihböceğiyim, Monsenyör.

Bu tür evlerden her birinin kendi özellikleri vardır. Bu yüzyılın başlarında böyle sert disiplinli latif yerlerden biri de Ecouen'di. Pek çok genç kızın çocukluğu burada, muhteşem diyebileceğimiz bir loşluk içinde geçmiştir. Saint-Sacrement geçit alayına katılacaklar arasında bakireler ve çiçekçiler diye bir ayrım yapılırdı. Ayrıca, "sayebancılar" ile "buhurdancılar" da vardı; berikiler sayebanm kordonlarını taşır, öbürleri de Saint-Sacrement'ın üzerinde buhurdan sallarlardı. Dört tane bakire önden giderdi. Bu büyük günün sabahında yatakhanede sık sık şu sorunun sorulduğu duyulurdu: Kim bakire?

Madam Campan, geçit alayının başında yer alan on altı yaşındaki bir "büyüğe", kuyrukta kalan yedi yaşındaki bir "küçüğün" şöyle dediğini anlatır:

SefillerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin