-DÖRDÜNCÜ KİTAP-

Start from the beginning
                                    

Şehrin kapısı yakıncacıktı. 1823'te kale duvarları henüz duruyordu.

Bu kapının kendisi bile zihinde kasvetli hayaller uyandırmaktaydı. Bicetre yoluydu bu. Hem İmparatorluk devrinde hem de Restorasyon'da, idam mahkûmları infaz günü Paris'e buradan girerlerdi. 1829 yılı başlarında, adaletin faillerini bir türlü bulamadığı o esrarengiz "Fontainebleau Kapısı Cinayeti" burada işlenmişti: Aydınlanmadan kalan karanlık bir mesele, çözülemeyen korkunç muamma. Birkaç adım daha atın, o uğursuz Croulebarbe Sokağı'na gelirsiniz. Ulbach, Ivryli keçi çobanı kızı tıpkı bir melodramdaki gibi gök gürültüsü altında burada hançerlemişti. Birkaç adım daha attınız mı, Saint-Jacques Kapısı'nın tepesi kesilmiş lanetli karaağaçlarına varırsınız. İnsanlık dostlarının idam sehpasını gizleme çaresi; ne idam cezasını kaldıracak büyüklüğü ne de onu muhafaza edecek otoriteyi göstermeye cesaret edemeyip ölüm cezası karşısında gerileyen bir esnaf ve burjuva toplumunun şu adi ve utanç verici Greve Meydanı.

Ezelden mahkûm edilmiş, her zaman iğrenç olmuş bu Saint-Jacques Meydanı bir yana bırakılacak olursa, otuz yedi yıl önce bu kasvetli bulvarın belki de en kasvetli noktası, bugün bile en az çekici yeri olan 50-52 numaralı viranenin bulunduğu yerdi.

Burjuva evleri burada ancak yirmi beş yıl sonra boy vermeye başladı. İç karartıcı bir yerdi, insan, kafasına üşüşen hazin düşünceler içinde kendisini, kubbesi görünen Salpetriere ile kapısı dokunacak kadar yakın olan Bicetre arasında; yani kadınlar tımarhanesiyle erkekler tımarhanesi arasında hissediyordu. Göz mesafesindeki uzaklıkta mezbahalardan, kale duvarlarından ve kışla ya da manastır gibi duran tek tük bazı fabrika cephelerinden başka bir şey görünmüyordu. Her tarafta barakalar ve inşaat artıkları; kefen gibi kara eski duvarlar, kefen gibi beyaz yeni duvarlar; her tarafta birbirine paralel ağaç sıraları, sicimle hizalanmış gibi binalar, düz yapılar, uzun soğuk hatlar ve dik açıların karanlık hüznü vardı. Ne bir toprak engebesi, ne bir mimar kaprisi, ne de bir kıvrım. Soğuk, düzenli, çirkin bir bütündü bu. Simetri kadar yürek daraltan bir şey yoktur. Çünkü simetri can sıkıntısı, can sıkıntısı da matem demektir. Umutsuzluk esner. Acı çekilen cehennemden daha korkunç bir şey düşünülebilirse, o da sıkıntı duyulan bir cehennemdir. Böyle bir cehennem var olsaydı, Hôpital Bulvarı'nın bu parçası onun giriş yolu olabilirdi.

O zamanlar, gece inerken aydınlığın gittiği sıralar, hele kışın akşam ayazının karaağaçlardaki son kırmızı yaprakları da kopardığı saatte, karanlık kopkoyu, yıldızsız olduğunda ya da ay ve rüzgârın bulutlarda delikler açtığı anlarda bu bulvar birdenbire korkunçlaşırdı. Siyah çizgiler, sonsuzluğun sivri parçaları gibi zifiri karanlıklara gömülüp kaybolurdu. Gelip geçenler buranın darağaçlarına dair sayısız söylentiyi düşünmekten kendilerini alamazlardı. Bunca suçun işlenmiş olduğu bu yerin ıssızlığında dehşet verici bir yan vardı. Bu karanlığın içinde insan tuzaklar sezinler, karanlığın bütün bulanık şekilleri kuşku uyandırır ve ağaçların arasında fark edilen uzun, geniş çukurlar mezar deliklerini andırırdı. Burası gündüzleri çirkin, akşamları kasvetli, geceleri uğursuzdu.

Yazın akşamüstleri, orada burada birkaç yaşlı kadının karaağaçların dibinde, yağmurdan küflenmiş sıraların üstünde oturdukları görülürdü. Bu yaşlı kadıncağızlar hiç sıkılmadan dilenirlerdi.

Ne var ki eski olmaktan çok köhnemiş bir havası olan bu mahalle, daha o zamandan değişmeye doğru gidiyordu. Onu o haliyle görmek isteyenlerin, o günlerde bile acele etmeleri gerekiyordu. Her gün bu bütünün bir parçası yok olup gitmekteydi. Bugün, yirmi yıl var ki Orleans demiryolunun istasyonu orada, eski mahallenin yanı başındadır ve onu için için işleyip değiştirmektedir. Nerede bir başkentin sınırı üstüne bir demiryolu istasyonu konursa, bu bir mahallenin ölümü ve bir şehrin doğuşu olur. Sanki, halkların bu büyük hareket merkezlerinin çevresinde bu güçlü makinelerin işlemesiyle, kömür yiyip ateş kusan bu canavar gibi uygarlık beygirlerinin soluğuyla, tohum dolu toprak titreyip açılır ve insanların eski barınaklarını yutarak yerine yenilerini çıkarır. Eski evler yıkılıyor, yeni evler yükseliyor.

SefillerWhere stories live. Discover now