A

4.7K 338 138
                                    

JUNGKOOK

Biliyordum, yine tahminlerimde yanılmamıştım. Sahnede yanımda duran kıza adeta bir aç kurt gibi bakan çocuğun neler yapabileceğini sezebilmiştim. O, insanların arasında hatta kendi fanları arasında  'Tebrikler' diye bağırabilecek kadar umursamazdı. Ya da bir şeylerin cidden açığa çıkmasını istiyordu. Antrenmanım biter bitmez o yüzden gelmiştim buraya. Yoksa yorgunluktan ölebileceğim kanısında iken sadece uyurdum. 

Neden bilmiyordum ama bu kız uykumdan vazgeçebileceğim kadar önemli hissettiriyordu. Nedensizce onu korumak, kollamak istiyordum.

Uzun koridorda elinden tutarak yürüdüğüm kıza baktım. Yüzü oldukça kusursuzdu. Üzerinde hala törende giydiği siyah elbisesi duruyordu. Vücut hatları ölüm sebebim olabilirdi. Parmakları incecikti ve altın yüzüğü güzelce parlıyordu. Önüne bakarken gözlerinin dolduğunu fark ettim.

Üzerindeki gözlerimden rahatsız olmuşcasına kıpırdarken önüme döndüm. O pezevengin neden bu kızdan vazgeçemediğini anlıyordum. Sonra aniden arkamızdan bir ses yükseldi.

-Düğüne geleceğim...

HAH. Bu O idi. Taehyung'du. Kaybettin dostum artık zorlama...

Kafamı çevirmeden elimi havaya kaldırarak salladım.

-Bekliyor olacağım...

Sırıtarak yürümeye devam ettiğimde çoktan çıkışa ulaşmıştık. Rose tedirginlikle elini elimden kurtardı. Ellerini önünde birleştirerek kafasını eğdiğinde boğukça teşekkür etmişti. Sonunda ise alt dudağını dişlemişti. Ah bu efsaneydi, efsaneviydi. Önüne düşen saçları ve dolgun dudakları yüzünden gözlerim ondan ayrılmak istemiyordu.

-Daha geri dönme, seni yurduna bırakabilirim.

Yeniden dudağını dişleri arasına aldığında konuştu.

-Sanırım hayır diyemeyeceğim.

-Öyleyse buyurun, hanımlar önden.

Tam karşımızdaki bana ait olan Lamborghini Gallardo'yu gösterdiğimde eminim bir waow çekmişti. Son model arabamın dokunmatik kumandasına bastığımda kapılar yukarı doğru açıldı.

Ona geçmesi için işaret edip kapısını örttüğümde bende şoför koltuğundaki yerimi almıştım.

-Adresi söyleyebilir misin? dedim kemerini takan kıza. Hızla hecelediğinde arabama döndüm.

-Duydun mu gideceğin yeri kızım? Siyah görünen ekrana baktım.

Rose o kocaman gözlerini bana doğrulttuğunda çoktan arabamdaki sistem robotu konuşmaya başlamıştı.

-Elbette BAY JEON. Direksiyonunuzu sabitliyor ve rotanıza doğru yola koyuluyorum keyfinize bakın...

Motor kendini ateşlediğinde Rose şaşkınlıkla bana döndü.

-Sen sürmeyeceksin yani.

Baş parmağıyla da direksiyonu işaret ediyordu.

-Elbetteki süreceğim ama gerektikçe, dedim havalı bir şekilde. 

-Bu efsane bir olay, dedi şaşkınlıktan bir türlü kapatamadığı ağzıyla.

Aslında çokta şaşırılacak bir şey yoktu. Sonuçta ben daha geçen gün JUVENTUS gibi bir takıma transfer olmuştum. Daha geçen gün dolarlar peşimde uçuşuyordu. Konuyu değiştirmek adına aklıma ilk gelen şeyle kıpırdandım.

-Bu arada onun seni bu kadar yıpratmasına izin verme.

Kast ettiğim kişiyi anlamış olduğu yüz ifadesinden belliydi. Saçlarını geri attı ve devam etti.

-Sahi sen neden geri gelmiştin? Bir şey falan mı unuttun? dedi heyecanla.

-Hayır onun seni rahatsız edeceğini anladım sadece, dedim.

-Woah, nişanlım şimdiden beni koruyor ve önemsiyor.

Bunu söylerken gülümsemiş ve geri doğru toplanmış dar kısa elbisesinin uçlarını çekiştirmişti. Gözlerimin sürekli olarak bacaklarına kaymasına bir dur demeliydim. Fakat oldukça zordu.

-Biliyor musun bilmiyorum ama, yarın evlendikten sonra benimle beraber İtalya'ya geleceksin. (Yüzümü yola sabitledim) Lig başlamak üzere ve ben hâlâ takımla bir antrenmana dâhi çıkmadım.

-NE? Bunu bilmiyordum, dedi sırtını koltuktan ayırıp bana dönerken. Açıkcası Kore'den ayrılmak istemem ama yeni bir yer tanımak ve Taehyung'dan uzak olmak güzel olabilir.

-Buraya sık sık geleceğiz zaten kısa bir süre içinde de bitmiş olacak program. 

Bunu neden bilmiyorum ama İngilizce söylemiştim ve o bana anında cevap vermişti.

-Yönetmen bana hiçbir açıklama yapmadı bu beni üzmüş olsa da sorun etmeyeceğim. Avantajları oldukça fazla. Ve zorlanıyorsan İngilizce konuşabiliriz Avusturalya'da doğdum on yedime kadar da orada yaşadım.

Derin bir nefes bıraktığımda gülmeden edememiştim. İki Koreli İngilizce olarak anlaşıyorlardı. Sebebi ise birinin Korece konusunda oldukça zorlanmasıydı.

-Sence de komik değil mi? İkimizde Koreliyiz ve İngilizce konuşmaya mahkumuz üstelik Kore sınırları içerisinde.

Hala İngilizce konuşmaya devam ederken güldü.

-Çok fazla sıkıntı çekiyordun böylesi daha iyi. Konuşması bittiğinde gülmekten yorulan yanaklarını ovalıyor ve ellerini yelpaze gibi önünde sallıyordu.

Onu dikkatle izlerken istemsizce dudaklarım aralandı.

-Sevimlisin...

Söylediğim şeyle yere bakmaya başlamıştı. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi bana döndü.

-Hey geçen Chelsea maçında sana çok kızdım. Neden ağır bir faul yapmışken sarı karta okey demedin ve hakeme itiraz ettin? Kırmızıyı gerçekten hak ettin.

Bir anda bu konu nereden aklına gelmişti bilmiyordum ama oldukça şaşkındım.

-Rosé, dedim. Ortada sarı verilebilicek bir faul yoktu. Karşı takıma köşe verebilirdi. Hakem sadece tek kızı hayranım olduğu için benden nefret ediyor. Yakışıklıysan bunları yaşarsın.

-Ego dolusun resmen, dedi bana tuhaf bir şekilde bakarken. AH birde yaşın kaç?

-22, sen?

-Yaşıtız öyleyse. Bu duruma sevinmiş gibi bir hali vardı. Zanımca oppa demek zorunda kalmadığı için mutluydu.

Biz koyu bir sohbete dalmış konuşurken biricik kızım da araya girmişti. 

-Bay Jeon, varış noktasına son 1 kilometre.

-Zaman oldukça çabuk geçiyor çoktan varmışız bile, dedim direksiyonu kavrarken.

-Teşekkür ederim, yarın erken saatlerde görüşmek dileğiyle dedi ben arabayı park ederken. 

Fakat nedense o an ondan ayrılmak istememiştim. Veda etmek istememiştim. İçimi tuhaf bir his kaplamıştı.

-Hey Rosé, dedim açılan kapıdan elbisesini düzelterek kalkarken.

Bana döndüğünde bende arabadan çıkmıştım.

-Yarın evleneceğin adamı daha yakından tanımak istemez misin?

Arkadaşlar gözünüzü sevim yorum yapın.


LAST GOAL(Rosékook)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin