trente neuf • lamp

9.2K 892 643
                                    

Jungkook'un tutsaklıktan kurtulmasının üzerinden bir hafta geçmişti. Geçen bir hafta boyunca ikisinin de hayatlarını eski düzenine sokması için çokça çabalaması gerekmişti. Jungkook evine dönmüş, sıcak yatağına kavuşmuştu. Artık yatmadan önce tavanla bakışarak bir şeyleri çözmeye çalışmıyordu. Uykuları gayet huzurlu ve aynı zamanda da Jiminliydi. Uyumadan önce kafasından günün değerlendirmesini yapmaya başlamıştı artık ve her gününde Jimin olduğundan dolayı, gününde olduğu gibi gecesinde de onu bulabiliyordu. Bilinçaltı tıka basa Jimin ile dolmuştu.

Yine yatağında yatıyordu. Yarından itibaren derslerine aksatmadan gitmeye karar vermişti. Yarın pazartesiydi ve yeni bir hafta başlıyordu. Okuluna gidip eğitimine devam edecekti. Üniversite sınavını bu sene kazanabileceğini düşünmüyordu fakat yine de elinden geleni yapacaktı. Hayatındaki çoğu sorunu çözmeyi başarabildiğine göre bunu da başarabileceğine inanıyordu.

Hafifçe kapısı tıkladı ve o, kapıyı çalan kişinin gelmesi için kısık sesle mırıldandı. Uykuya yenik düşmek üzereydi ama bir anlığına Jimin'in gelmiş olabileceğini düşünerek heyecanlandı ve uykulu halinden kurtularak gözlerini sonuna kadar açtı. Perdesini örtmediği camına yansıyan görüntüden odaya annesinin girdiğini görünce tüm heyecanı birden uçuvermişti.

"Uyumuyordun umarım." dedi kadın, kapıyı arkasından kapatırken. Yavaşça oğluna doğru adımladı ve yatağın bir köşesine oturdu. O sırada Jungkook annesini görebilmek amacıyla vücudunu ona döndürmüştü. "Uyumak üzereydim." diye yanıtladı onu.

Annesiyle doğru düzgün konuşmayalı kaç hafta olmuştu hesaplayamıyordu. Çok fazla şeyden uzak kalmıştı ve artık uzak kaldığı tüm şeylere ayıracak zamanı olduğunu düşünüyordu.

"Uzun süredir konuşamadık. Biliyorsun bir süre evde değildik, doğuma gittik. Ama sen bizi hiç aramadın. Merak ettim seni. Evde ne yaptın tek başına? Senin için zor oldu mu?"

Jungkook, yattığı yerden hafifçe gülümsedi. "Çok zor oldu." diye mırıldandı. Hapishanede, onca insan olmasına rağmen tek başıma.

"Ders çalışıyorsundur diye arayamadım da. Müsait olabileceğin zamanlarda da ben müsait değildim."

"Sorun değil." dedi. "Atlattım." Konuyu değiştirmek amacıyla heyecanla konuşmaya çalıştı. " Bebek nasıl? Adını koydular mı?" O sırada yattığı yerden doğrularak sırtını yatak başlığına yaslayıp annesini dinlemeye başladı. Gece lambasının sarı ışığının yarattığı loş ortamda sohbete koyulmuşlardı.

"Bebek çok iyi! Biliyor musun sana benziyor. Senin kız versiyonun gibi bir şey... Kucağıma aldığımda ona içimden Jungkook demek geldi... Ama adı Mi Na. Bebeğe büyükannesinin adını koydular."

"Ah!" Jungkook'un yüzü dehşet bir ifadeye bürünmüştü. "Çok yazık... Bebek ileride azılı bir sürtüğe dönüşebilir. Şimdiden kendimizi hazırlamalıyız."

"Jungkook."

Annesinin uyarıcı sesini duyduğunda ellerini havaya kaldırarak teslim oldu.
"Ne yapayım? Gerçekler bu."

"Her neyse." diye geçiştirdi annesi. "Her şey yolunda mı? Bir ihtiyacın varsa söyle, seninle uzun zamandır ilgilenemedim."

Jungkook kafasını iki yana salladı. "Sanırım her şey yolunda ve bir şeye ihtiyacım yok. İhtiyacım olan herkes yanımda." En önemlisi de o yanımda.

"Bu mutluluğunu neye borçluyuz?"
Ağzı kulaklarına varana kadar sırıtan oğlunu gören kadın da gülmeye başlamıştı. Jungkook'un bu denli geniş güldüğü nadir anlardan biriydi.

DNA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin